14 Haziran 2013 Cuma

KASSİTLER TÜRK MÜ Kİ?

oğuz=guz gut ve kassitler kaf-kas

TÜRK TARİHİNİN BAŞLANGICI
PROF. DR. YECİHE HATİBOĞLU
Son araştırmalara göre, tarihimizin başlangıcı, Sümer tarihine kadar gitmektedir. Sümercenin aslı konusu çok yazılmış, çok işlenmiştir.
Hemen her ulustan dilciler, Sümerce ile kendi dillerini karşılaştırmışlar, çıkar yol aramışlar, bulamamışlardır. Temeldeki gerçekler, Türkçe dışında, bütün dillere ters düşmüştür.

Sümer uygarlığında, bugünkü dünya uygarlığının başlangıcı, temeli vardır: Din, Tanrı, rahip, tapmak, şiir, destan, öykü, atasözü, düşünce düzeni; hükümdar, ulus, yönetim, kanun; okul, öğretmen, öğrenci; madencilik; tarım, ticaret, matematik, astronomi; her türlü sanat: mü-
zik, resim, heykel ve mimari gibi.
İsa'dan önce 3300 (üç bin üç yüz) yıllarında başlayan, 3200 (üç bin iki yüz) yıllarında da yazının bulunmasıyle perçinleşen böyle bir uygarlığa, hiç kuşkusuz, her ulus sahip çıkmak istemiştir.
Ne var ki, bütün zorlamalara karşın, Sümerce araştırılan, karşılaştırılan pek çok dile ters düşmüştür, çünkü gerçek bir başka yöndedir.
Son incelemeler göstermiştir ki, Sümer uygarlığı, en eski bir uygarlık olmakla birlikte tek başına bir halka değildir.
Bu uygarlık, sonradan, yine Mezopotamya'da, aynı soydan gelen insanlarca, iki kez daha, iki
büyük halka halinde yüceltilmiş, ayakta tutulmuştur.
Güney Mezopotamya'daki Sümer uygarlık halkasını, daha yukarılarda, Kuzey Mezopotamya'ya doğru yayılarak, sürdüren, yaşatan, Gud'lar, daha sonra da Kaş'lardır. Günümüzden, Türk tarihinin başlangıcına doğru, gidilmesi gereken oldukça karanlık yolda, en önemli, en ışıklı kilometre taşı, Kaş'lardan kalan çiviyazılı tabletlerdir.
Kıvançla belirtmek gerekir ki, Gud'ların, özellikle Kaş'ların dillerinin Türkçe oluşunun açıklanmasıyle, Sümerce sorunu da, bütünüyle aydınbğa kavuşmuştur. Son incelemelere göre, hiç kuşkusuz kesinlikle, Sümerce, Türkçedir demek doğru olur.

Sümerce'nin Türkçe olduğunu ilk kez yirminci yüzyılın başlarında Prof. Fritz Hommel açıklamıştı!.
Atatürk bu çok önemli açıklamayı eşsiz görüşüyle hemen benimsemiş, bu konunun ve buna benzer başka konuların gerçekçi bilim yöntemleriyle incelenmesi için, 1936'da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini kurmuş ve bu fakülteye batının ünlü Sümerologu Prof.B.Landsberger'i
öğretim üyesi olarak yerleştirmişti.
Prof.B.Landsberger, Atatürk'ün, özellikle Sümerce konusunda önemle durduğunu yakından bildiği için, 1937'de toplanan Tarih Kurultayı'na, Sümerce üzerinde olmasa da, î.ö. 2500 yıllarında Mezopotamya'da hükümran olmuş Gut ya da Kut kavminin Türk asıllı olabileceği
hakkındaki düşüncelerini şöyle açıklamıştı: "Bu Gutium yahut Kutiun milletinin adının Akatça nisbet eki olan kısmını çizecek olursak Kut kalır. Eğer çok mühim olan alâmetler bizi aldatmıyorsa, tarihimizde Türklerle en yakın bir surette münasebettar olan, hatta belki de ayniyet gösteren kabile budur" (bkz. 1937 yıb Tarih Kongresi Zabıtları, TTK
yayım, s.105).

Prof.B.Landsberger, Atatürk'ün hazır bulunduğu bu Kurultayda, Gut(Kut) kavmi kral adlarının çok olduğunu, ancak yazıtların bir kısmının kırıldığını, okunan beş kral adının açıklanabildiğim söylüyordu.
Bu önemli adlar şunlardı:
1. Yarlagan
2. Tirigan.
3. Şarlak, Çarlak
4. El-ulumuş
5. înim-bakaş.
Prof.B.Landsberger, aynı bildiride; "Kut'lar, 2500'den sonra, Akad'm Samî krallarını düşürdüler ve 125 yıl Mezopotamya'ya hükmettiler" diyordu, (bkz. aynı Zabıtlar, s.106.)

Atatürk'ün huzurunda, 1937 yılı Tarih Kurultayı'nda açıklanan bu çok önemli bildirinin konusu, ne yazık ki araya Atatürk'ün hastalığının girmesi, olayların hızı dolayısiyle, gereken önemle ele alınamamış, bir kenara itilmiş, tam kırk yıl unutulmuştur.

Kırk yıl sonra, Oğuz sözcüğünün incelenmesi sırasında, Fars'ların, Arapların eski çağlardan beri, düzenli bir biçimde, Oğuz'lara Guz demelerine dikkat edilmiş ve bu olayın nedenleri araştırılmış, Oğuz adının aslında Guz olabileceği düşünülmüş, geriye gide gide isa'dan önce 1700 (bin yedi yüz) yıllarında Mezopotamya'da beş yüz altmış (560) yıl hükmetmiş olan Kaş'lara ulaşılmıştır.
Bu çok önemli konu, 1978 yılı 11 Martında Cumhuriyet Gazetesinde ve 26 Eylülde de Milliyet Gazetesinde ayrıntılı yayınlanmış, Kaş'ların Guz'lar olduğu, Oğuz Türkleri sayılmaları gerektiği, Oğuz sözcüğünün Guz biçiminden geldiği tarafımdan
açıklanmıştı.
Kas dilinin çözülmesiyle, birçok tarihçi ve dilcinin sıraladığı soruları yanıtlamak kolaylaşmış, ayrıca Kaş'lardan, Gud'lardan da eskiye gidilerek yıllardan beri ortada çözüm bekleyen Sümerce sorunu da aydınlığa kavuşmuştur.
Son duruma göre, birçok dilci ve tarihçinin yöneltebileceği çok önemli soruları şöyle yamtlayabiliriz:
Türk tarihi, î.ö. üç bin beş yüz (3500) yıllarında yaşamış olan Sümerlerin tarihiyle başlatılmalıdır.
Kuzey Asya'da, Subar'lar (Sabirler, Subir'ler) adı (ki Kaşgarh Mahmud, Divan'ında, bu sözcüğü "Suvar" olarak göstermektedir.) altında yaşayan Türk boyları, dondurucu soğuk, buz ve geçim zorluklarıyle, Sibirya'dan çeşitli yollarla, özellikle Hazer Gölü yörelerinden, Kuzey iran'dan sıcak ülkelere, Güney Mezopotamya'ya göç etmişler, burada adları da Türkçe olan "Ur ve Uruk" kentlerini kurmuşlardır. Dil ve lehçe özellikleri dikkate alınınca, Sümer'lerin bugünkü en yakın temsilcileri Kuzey Asya'da yaşayan Suvar, Yakut, Karagas, Çuvaş Türkleridir.

Hiç kuşkusuz bu diller, uzun yüzyıllar boyunca, başka Türk lehçelerinin, başka dillerin yeni yeni aşılamalarıyle eski Sümer dilinden oldukça uzaktadırlar. Ne var ki, Türk dili ve lehçeleri, sözcüklerinin aslını, dil kurallarım, inanılmayacak biçimde koruyarak yüzyılları aşmıştır.
Bu bakımdan "Türk dili koruyucudur" denir.
Gerçekten de Kas sözcüklerindeki Türkçe, çok uzaklardan, yirmi yedi yüzyıl önceden, pırıltılı
kök ve ekleriyle günümüze kadar ışık vermekte, bugünkü Türkçeyi de aydınlatmaktadır.
Kasçamn ve Sümercenin Türkçe olduğu hakkındaki kanıtları sıralamadan önce, bu iki ünlü dilin arasındaki zaman bölümünde, aynı alanlardaki, aynı yapıdaki Gud dilini açıklamak gerekmektedir.
Bilinenden bilinmeyene doğru bir yöntem izlemekle sonuca daha sağlam gidilecektir.
Prof. Lansdberger'in 1937'deki Kurultayda Atatürk'ün huzurunda açıkladığı Gutlar (Kut'lar) daha doğrusu Gud'lar, yine aynı etkenlerle Kuzey Asya'dan göçmüş olan, ancak Subarlardan başka bir adla anılan başka bir Türk boyu, Guz'lardır. Bunlar çok yakın soydaşları olan Sümer tabanına kolaylıkla yerleşmişler, yoğun Samî toplulukları içinde ve üstünde, ancak 125 yıl hükümran olabilmişlerdir. î.ö. 2285 yılında ya da Prof.M.Landsberger'in belirttiği gibi 2500 yıllarında Mezepotamya'ya hükümran olan bu kavmin Gut ya da Kut biçimlerinde kullanılan adının, kendilerinden 500-700 (beş yüz-yedi yüz) yıl sonra, yörede yaşayan Guz ya da Kas kavmiyle bağlantısı, birliği kolaylıkla açıklanabilir.
Ancak Prof.Landsberger Gud kavmi ile uygarlık alanında çok parlak anıtlar bırakmış olan Kas kavmi arasında bir bağlantı kurmaktan çok uzaktır ve aynı Kurultayda şöyle demektedir: "Demek ki ben Elamlardan, Subarlardan, Sulubarlardan, Kaslardan bahsedecek değilim"
(bkz. aynı Kurultay bildirisi, s. 104).
Halbuki bugünkü koşullarda, yeni yeni incelemelerle Prof.Landsberger'in o gün için bir yana ittiği Elam'larin, Subar'ların, Kaş'ların, Sümer'lerin Türk olduğu bilim alanında saptanabilmekte, gerçekler tümüyle ortaya çıkmaktadır.
Nitekim Gud(Kut) adı ile Guz(Kas) adı arasındaki büyük benzerlik, yakınlık, birlik ortadadır. Sözcük yapıları da aynıdır. Aynı yörede yaşayan bu iki kavmin adını Akad kaynakları aktardığına göre, Akadca ile bu iki kavmin dilleri arasında "ses karşılanması = substition phonetique" sorunu vardır. Bu bir yaygın dil olayıdır. Türkçede "hizmet, fazıl" biçiminde kullanılan Arapça sözcükler, Arapçada "hıdmet, fadıl" biçimlerinde kullanılır.
Uluslar, yabancı dillerdeki sesleri kendi dillerine göre değiştirirler. Ayrıca, Türkçede "z"ye dönen bir "d" sorunu da vardır. Türkiye Türkçesindeki "ayak" bazı lehçelerde "adak", bazılarında da "azak"tır.
Bütün kaynaklar, Gud dili ile Guz(Kas) dili arasındaki yapı benzerliğinde birleşiyorlar. Her iki dil de Samî dil yapısında değildir ve her iki dil de bitişken (agglutinante) diller özelliğindedir.
Kaldı ki köken bakımından aynı olan bu iki sözeük, eski ve yeni biçimiyle birlikte yaşayabilmiştir. Bu iki topluluk arasındaki boşluk ve oldukça büyük zaman farkına karşın Samîlere yabancı olarak aynı yörelerde, aynı özelliklerle yaşamlarını aralıksız sürdürmüşler, ancak, tarilı kaynaklarında açık görünen bu sürenin belgeleri bulunamamıştır.

Görülüyor ki, Prof.Lendsberger'in bildirisinde söz ettiği Gud'lar kavmi Mezopotamya'da tek başına hükümran olmuş, tek bir halka değildir. Gud'lar bu yörelerde yaşamlarını aralıksız sürdürmekteydi; kendilerinden yaklaşık beş yüzyıl sonra gelen Guz'larla (Kaş'larla) ya-
kından ilgiliydiler, kısaca aynı kavimdiler demek doğru olur.
Türkler bugün olduğu gibi, eski çağlarda da ayrı ayrı boy adlarıyle tanınıyorlardı. Bugünkü, Kırgızlar, Özbekler, Yakutlar, Çuvaşlar gibi, eski çağlarda da Subarlar (Subariler, Subirler), Gud'lar ya da Guz'lar (Kaş'lar) vardı. Kısaca t.ö.3500 yıllarında yaşamış olan Sümer'ler de,
İ.Ö.2500 yıllarında hükümran olan Gud'lar (Kut'lar) ve yine 1.Ö.1700 yıllarında hâkimiyet kuran Kaş'lar (Guz'lar) arasındaki zaman farkı hükümranlık zamanlarının farkıdır. Yoksa Türkler bu yörelerde aralıksız, uzun yüzyıllar yaşamışlardır,

t.ö. Sürye'deki Kaş'lardan tarihçi Strabon Kos adiyle söz ettiği gibi Hazreti Muhammed zamanında da Türklerin bu yörelerdeki varlığından ve güçlerinden hadislerde de önemli kayıtlar vardır*(Huzistan (Huz=Kuz=Guz) ve Kirman yörelerinde oturan Türkler, Araplara "Topraklarımızdan çıkın" diye haber gönderiyorlardı (bkz.Türkiyat Mecmuası, 1969, cilt: XV, s.22).
Kaldı ki, Hazret-i Muhammed'den önce, Mekke'nin anahtarının muhafızı olan Huza'a kabilesinin Türk asıllı olduğu Emir Kuzay gibi adlardan esinlenerek söylenebilir (bkz. islam Ansiklopedisi Huza'a).
Türkler, Mezopotamya'da, Sümer ülkesinden başlayarak, yüzydlar boyunca yaşamışlar, fırsat buldukça Samî kavimlere hükmetmişler, önce, Sümer Gudea krallığını, sonra Gud(Kut) krallığını, daha sonra da Guz (Kas) krallığını kurmuşlardır. Son iki krallığın hakimiyeti toplam yedi yüzyıl sürmüştür. Böylece, Türkler, bu alanlarda, Mezopotamya'da, Sürye'de, Sürye Selçuklu devletini kuracak kadar yeni yeni akınlarla varlıklarını sürdürmüş samilere uyum göstererek yan yana yaşamışlardır.
Bu durumun en iyi kanıtı, Batı iran'da, Mezopotamya'da, Sürye'de aralıksız varlıklarını sürdüren yine Kaş'lardır.
Yine hadislerde "Oğuz Türklerinin=Guz Türklerinin, saltanatlının uzun süreceğinin belirtilmesi, bir keramet olmakla birlikte, köklü Türk-Samî ilişkilerine, eski Guz'lara dayanır. Ayrıca, Islamiyetin yayılışında adlan geçen Huza'a, Kuza'a kabilelerinin Huz'larla, Kaş'larla ilgisi olabilir.
Huza'a'lann Arap ordularında savaşçı olarak bulunmaları, gittikleri ülkelerden geri dönmeyip, ispanya gibi ülkelerde topluca kahp yerleşmeleri de anlamlıdır. Daha sonraları Abbasi'ler de aynı geleneği sürdürerek ordularında savaşçı olarak Türkleri bulundurmuşlardır.

Kaş'lar, Babil hükümdarı Hammurabi'nin ölümünden hemen sonra, Babil'e hücum etmişler, ancak başarılı olamamışlardı.
Hammurabi'nin oğlu bu durumu bıraktığı tablette öğünerek açıklar ve Kaş'ları nasıl
püskürttüğünü anlatır.
Kaş'lar, bu başarısızlıklarından sonra, dağılmamışlar, toplanma yerleri olan Kuzey Sürye'de, Fırat kyıyılanndaki Ana (H-ana) kentine dönmüşler, fırsat kollamağa başlamışlardır. Bu olaydan yüz elli yıl sonra amaçlarına ulaşmışlar, Babil'e hakim olmuşlar, III. Babil hanedanım
kurmuşlardır. Kas hanedanı pek çok krab tahta geçirerek beş yüz altmış yıl sürmüştür.
Bu durum gösteriyor ki, Mezopotamya'da savaşımı, hakimiyeti yitirenler, çekip gitmemektedirler. Bunlar gibi Sümer'ler de, Er hanedanı olarak gelen soydaşlarıyle yeniden güçlendikleri gibi, eski Gud'lar da Kaş'larla yeniden güçlenmişlerdir.
Kaş'lardan kalan bazı sözcüklerle birlikte, Kas kral adlarının çoğunun yayınlanmasında yarar vardır.
İkinci Babil hanedanından sonra, l.ö. 1700 (bin yedi yüz) yıllarında Üçüncü Babil hanedanım Kas hükümdarı Gandaş kurmuştur. Daha sonra gelen Kas krallarının bazıları şunlardır:
Kas Hanedam Kral Adları:
GANDAŞ
Gandaş (Gan-daş = Kan- daş = Kandaş "aynı kandan olan")
AGUM
Agum I, II, III. (Ag-u-m = agam, Sayın büyüğüm"4)
KAŞTlLlAŞ
Kaştiliaş, I, II, III (Kaş-til-i-aş — Kas-dil-li "Oğuzlardaki Beg-dil-li
= Beydilli gibi soy gösteren ad")
4 "Sayın, saygı değer" anlamını veren Agum sözcüğünün Aga biçimi de olduğu belirtil-
mektedir ki bu sözcük "Aga/ağa sözcüğünün askdır. (bkz.Fritz Hommel, Altirac-litirche Über
lieferung München 1897 s.169).
ABtRATTAŞ
Abirattaş (Abirat-taş "Yurt-taş" gibi)  NOT= ATAÇ/ATICI
TAZZÎ&URUMAŞ
Tazzigurumaş (Tazzig-ur-u-maş = Düşman vurmuş)
BURNABURlAŞ
Burnaburiaş I, II (Burna-buri-aş — Börü burnu - "Kurt burnu"  NOT=BURAÇ/BURUCU/BÜKEN/BÜKTÜREN BURUNBÜKEN/BURNU YERE SÜRTEN
veya "Eski kurt").
ULAMBURlAŞ
Ulamburiaş (Ulam-buri-aş = Ala börü = "Alaca, Kızıl Kurt")  NOT=ALAMBURAÇ/KOLBURAÇ/KOLBURUCU/KOLBÜKEN
KARAÎNDAŞ
Kara-indaş (Kara-in-daş "Kara-in mağarasından olan")5 NOT=KARINDAŞ/KARDEŞ???
KADAŞMAN
Kadaşman-Enlil (Tanrı Ehlil'in akrabası, o soydan gelen)
"Kadaş, Uygurcada, "Akraba, arkadaş" demektir. Kadaşman-
Harbe (Ka-daş-man - Harbe), gibi.
Kadaşman- Turgu veya Durgu (Ka-daş-man - Tur-gu "Akraba,
kardeş Tur-sun veya Dur - sun).- gu eki Türkçede füturum ekidir.
KARAHARDAŞ
Karahardaş (Kara -har-daş) = Kara- Kardaş
KUDUR
Kudur -Enlil (Kud-ur Enlil = güçlü Enlil)
(Enlil gücü, Enlil gazabı) Kadir, uygurcada, "güç, gazap" demektir,
Kadir Han gibi (Bkz. Kşg.)
AD AD
Adad-şum-iddin (Adad-şum-iddi-n = "Adad sahip sun, koru")
5 Antalya'da Kara-in mağarasının bulunuşu bu tür özel adların varlığını gösterir.
MARDUK
Marduk-apla-iddin (Marduk abla veya ana sabip ol, koru)
ZABABA
Zababa-şum-iddin (Za-baba-şum-iddi-n =Za baba koru sahip ol)
Naz-i bug-aş "Bug soyundan gelen naz, nazlı" NOT=BOĞAÇ???
Kurigalzu (Kur-i -galzu = Kur-i-guz-lu "Guz'lu kurucusu, koruyucusu, kurtarıcısı4).
Nazibugaş (Naz-i-bug-aş) adı, dil bakımından olduğu gibi tarih bakımmdan da çok önemlidir. "Naz" sözcüğü eski Farsçadan alındığı gibi, "Bug" soyu ya da boyunun Oğuz'ların yanında büyük önemi vardı.
Oğuz'lar evlenmek için hep "Bug" boyundan kız almak istemişlerdir ve almışlardır. "Bugaş" sözcüğü, Bug boyuyle ilgili olabilir, Kaş'ların kullandığı bu sözcüğe çok yakın bir sözcüğü de, Gud kral adlarında "Inim-Bagaş > Bug-aş" biçiminde görüyoruz.
Kas dilinde kral adlarından başka pek çok sözcük de bugünkü Türkçeyle doğrudan doğruya bağlanabilir: "iranlı, Fars" anlamı da veren "Tacik" sözcüğüne rastlandığı gibi, "kadın esir" anlamını veren "Kukla" sözcüğüne de rastlanır ki bugünkü anlamlariyle en güzel biçimde bağdaştığı görülür.
Karaduniaş (Kara-dun-i-aş) sözcüğü ise "kara donlu, kara elbiseli" olarak açıklanır ki rahip, din adamı sınıfını gösterebilir.
Bugün de Güney Anadolu'da kullanılan "Şıh" sözü Kas dilinde de vardır: "şimdi Şıh=sundu Şıh = Şıh verdi" biçiminde tümcelere de rastlanır, "şum, şim", "sun-mak" demektir.
Sümercede olduğu gibi Kas dilinde de Tanrı adlarının, kral adlarının ve hayvan adlarının çizdiği küçük, resim sözcükler ve anlamları önemle ele abnmalıdır. Bir atm adı "uşan-kuş = uçan kuş" biçimindedir. Tanrı adlarında, genellikle özel adlarda yalvarma, dua anlamı daha çok geçerlidir. Çoğu da bugün olduğu gibi eylem köklerinden türetilmiştir. "Erol,
Dursun, Döne, Serpil, Savaş" gibi. Tanrı Enlil korusun, Enlil-gücü ya da "Tanrı Enlil'in soyundan gelen kral" gibi. Ayrıca Kaş'ların inandıkları "yer, gök, dağ, deniz" tanrılarının Oğuz geleneğinde, İslamlıktan sonra "Gök-Han-Oğulları, Deniz-Han-Oğulları" biçimlerini alışları da, gelenek, görenek, kültür birliğinin kanıtıdır. Bu geleneklere, bu tür özel adlardaki Türkçeye dikkat edilecek olursa, Kaş'ların ve onların kullandığı, dilin çok daha eskilere, çok parlak uygarlıklara dayanması gerekir.
Bu bakımdan Kaş'lar, Türk tarihi; Türk dili hatta dünya dilleri ve tarihleri yönünden çok önemli bir hazinedir.




SÜMER'LER
Yazının başlarında açıklandığı gibi, Sümer uygarhğma sahip çık-
mak, Sümercenin en eski Türk dili olduğunu gösteren kanıtları sırala-
mak, hem çok güç, hem de çok kolaydır. Güçlüklerin başında aradaki
altmış asırlık zaman gelir. Kolaylığın nedeni ise, Türkçenin, sözcük asıl-
larım, kurallarını koruma özelliğidir. Sümer ülkesinde bir tanrıça adı
olan "Ubil-tştar" sözcükleri, Türkçenin çok önemli bir özelliğinin ashm
hemen açıklamaktadır. "İş-tar", "emek-tar" gibi "iş" sözcüğüyle kurul-
muş bir Tanrıça adıdır. "Ubil" ise "kudretli" demektir. Bugünkü "ye-
terlik, iktidar" eyleminin aslı da "-u-bil-"dir. Yap-a-bil-mek, eskiden
yap-u-bil-mek" biçimindeydi ve "u" sesi "iktidar" anlamını veriyordu,
"bil-" kökü de bugün de kullanılan "bil-mek"tir. "Ubil-Iştar", "mukte-
dir îştar" anlamıyle Tanrıça adı olarak Sümercede, görevine uygun ne
güzel kullanılmıştır.
Buna benzer, Sümercedeki pek çok örnekten birkaçını sıralamakta
yarar vardır: Sümerce: Dingir, öteki Türk lehçelerinde, Tengri, Türkiye
Türkçesinde Tanrı, Yakutçada: Tangara; Sümercede: E-dingir-ra =
Tanrı evi, ka-dingir-ra* = tanrı kapısı" demektir. Sümerce: ka, "ağız,
kapı, menşe" demektir. "Ka-pirig = ka berg = kuvvetli ağız = sihirbaz"
demektir. "Ka" sözcüğü, anlam gelişmesiyle, Kas dilinde olduğu gibi,
Uygurcada da "akraba"' anlamı da vermektedir: "Kadaş = Ka-daş"
sözcüğünde olduğu gibi. Sümercede: ab, e = Türkçede: ab, eb - ev"
* (Sümercenin "ka-dingir-ra" deyimi, kendilerinden sonra gelen Akat'lar tarafından ol-
duğu gibi Akat'çaya çevrilmiş "Babilu = Tanrı kapısı" denilmiştir ki, Merkezleri Babil'in adı
bu tamamlamadan gelmektedir. Ancak Asur'ların merkezi Ninuva'mn adının daha önce gelen
Türkler tarafından konulmuş olması ihtimali vardır, "ova" sözcüğü ile biten yer adları Türkçenin "uba>oba" sözcüğüyle kurulmuştur, Kosova (Kos-ova) gibi. Nine-fube.)

demektir. Sümercede: "a" "su" anlamı vermektedir, "su" için ayrıca
"sıv" sözcüğü de vardır. Yakutçada da "ü", "su" demektir. Bütün bu
"su" kavramına bağlanabilen sözcükler (göz yaşı, ağlamak ve "yuğ"
töreni gibi) Orhun Yazıtlarmdaki "ı" ve Uygurcadaki "ıg" köküyle açık-
lanır, aslı: ıd; ödle /öğle gibi. Sümerde: ama, Çuvaş ve Yakutçada "ama",
Türkiye Türkçesinde "ana, eme" sözcükleri "anne" demektir. Sümer-
cede: baba, Kas dilinde: baba, Uygurcada: baba, Türkiye Türkçesin-
deki gibi "büyük şeyh, dede" anlamlarıyle de kullanılır. Sümercedeki
Ur-baba, za-baba gibi. Sümercede: ad, bütün Türk lehçelerinde, "ata"
demektir. Uygurcada "ada" biçimiyle geçer. Sümercede: diş, Türk leh-
çelerinde = dişi, Sümercede: kiş, Türk lehçelerinde kişi sözcüklerinde,
ikinci heceyi oluşturan -i'lerin kökeni açıkça görülmektedir. Sümercede:
igi = göz, sag=kafa (Lugal saggisi=sag-giş-i, = kafalı kişi, akıllı kişi:
Türkçede de sak-al, sak-la-mak, sak-m-mak, sak-ak, sak-ağı" aynı söz-
cükten türemiştir. Ayrıca "sak kişi = zeyrek, zeki kişi" anlamında Ana-
dolu'da kullanılmaktadır. Sümercede: dag, Türkçede: dağ, ancak söz-
cük Sümercede "taş" anlamım verirken zamanla Türk lehçelerinde "taş-
lardan oluşan" anlamıyle "dağ" kavramına kaymıştır. Sümercede "dağ"
kavramım ise "kur" sözcüğü vermektedir ki, ashnda "şişkin" anlamıyle
"karın" demektir, "kar-m" sözcüğünün aslı da "kur"dur. "kur-sak,
kursak, iç-kur", "kur-daş = kar-daş" sözcüklerinde bu kök bulunduğu
gibi "kur-mak, kur-ul-mak" eylemi de aynı köktendir. Sümercede bu
kökten "kur-sak" sözcüğü de vardır. Sümerce: din, "can" demektir. Bu
kök Türkçede "din-len-mek = canlanmak" sözcüğünde görülür. Uygur-
da "tın-lı-lar", "canlılar" demektir. Sümerce: gim, Türk lehçelerindeki
"kimi = kimin=gibi" anlamları verir. Sümerce: ay, gökteki ay'dır,
il ise Türkçedeki il'dir
Meslek adlarından bazıları bugünkü Türkçe ile kolay açıklanır:
uşan-du — kümes hayvanları yetiştiren demektir, uşan = uçan, kuş de-
mektir, du = tutan, "dutan" yetiştiren anlamını verir: i-şur = yağ
çıkarıcı, i = su anlamından, yağ; anlamına kaymıştır, şur: sormak,
sorup çıkarmak, ezmek" demektir, Çuvaşea "Şur-", "sıkmak, sormak'
demektir, dup - sar: kâtip, dup = tablet, dip; sar = yaz-mak demektir.
Yakutçada da "sar" yazmak anlamım verir. Üstelik Türkçedeki "yaz"
kökü de "s- /y-, -r /-z" değişimiyle aynı köktür. Sümerce "aş-kap",
"ayaklabı" demektir ki "ayak" sözcüğünün Sümercedeki kökü (as /az)
olmalıdır, çünkü "ayak" sözcüğü türemiş bir sözcüktür ve başka Türk
lehçelerinde (az-ak, ad-ak, ur-a) biçimleri de vardır. "Kap" sözcüğü de
bilinen "kap"dır ve aynı anlam, aynı düşünceyle, aynı uygulama dü-
zeniyle bugünkü Türkçede de "ayağın kabı" olarak "ayakkabı" biçi-
minde yaşamaktadır.
Sümercedeki önemli sözcüklerden biri de tarımda kullanılan "apin =
sapan" sözcüğüdür. Yakutçada "süt" sözcüğünün "üt" oluşu gibi, öteki
Türk lehçelerinde "sapan" olan sözcük, Sümercede, Yakutçada olduğu
gibi önsesi "s-"yi kullanmayarak "apin" olmuştur. Sümercede "apşin"
ise "sapan izi" demektir. Bugün Reyhanlı'daki "Afşin" ırmağı "sapan
izi" anlamına bağlanabilir. Sümerce: id "nehir" anlamı verir, bu kök,
td-igle = Dicle, îd-buranın=Fırat, îd-il gibi nehir adlarında görülür.
Sümercede "giş", "agaç" anlamım verir ki, Türk lehçelerindeki
"ıgaç = ağaç" sözcüğüne bağlamr. Ötüken Yış = Ötüken Ormanı da
aynı sözcükle bağlantılıdır. Sümerce: şe-giş = ağaç suyu = ağaç yağı"
demektir ve "susam yağı" anlamında kullanılmıştır. Sümerce: di, "söz,
hüküm" demektir, di-mek sözcüğü ile ilgilidir, "di-kut = söz kesen,
hakim" anlamım verir aynı zamanda "kesin, kutlu, mukaddes söz"
demektir.
Görülüyor ki Sümerce ile Türkçe arasında yapılabilecek karşılaş-
tırmalar böyle bir yazıya sığmayacak kadar uzayıp gidebilecektir.
Sümer atasözleri de Türk atasözlerinin hemen hemen aynıdır9
Sümer'lerden, Gud'lardan, Kaş'lardan kalan metinlere, bütün
dünya dilci ve tarihçilerinin önemle eğilmeleri gerekir. Çünkü, Türkler,
Kuzey Asya'dan Güney Mezopotamya'ya inerken çeşitli uluslarla ilişki
kura kura göç etmişlerdir. Bu ilişkilerin izleri eski Mezopotamya metin-
lerinde, özellikle Türk metinlerinde saklıdır. Bu ilişkilere göre tarihin
başlangıcından beri, Sümer'lerle aynı çağlarda kendi özelliklerine göre
Iran, Hint-Avrupa, Anadolu ve Çin uygarlıkları da vardı.
Sümer dilinin bu kadar mükemmel olması, bu kadar mükemmel
kavramları anlatabilmesi için, yazı olmadan da, en az İ.Ö. beş bin yıl-
larında da Sümercenin var olması gerekir. Sümer, Gud, Guz metinle-
rindeki izlere göre, öteki uluslrın tarihi de bu kadar eskilere gider.
Ayrıca Anadolu'da özellikle Doğu, Orta Anadolu'da Mezopotam-
ya'ya inen Türklerin bir kısmının yerleşmiş olabileceğini de dikkate al-
9 Türk dilciliğine pek çok emeği geçmiş olan Sayın Ömer Asım Aksoy'un yapıtları
(Bkz. Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü III. Dizin, 1977 Ankara) ile Sümer Atasözleri
karşılaştırılınca aradaki ilgiler Açıkça görülür. (Bkz. M. Çığ, Dünyanın En Eski Atasöz-
leri, Tarih, Coğrafya Dünyası, Sayı: 2, sayfa: 148).

mak gerekir. Sümer'lerin Ku-baba" tanrısına Anadolu'da da (Sard'da =
Salihli'de) rastlamak anlamlıdır. Etilerden önceki Proto Hattilerin
dilinin de bitişken "=agglutinant" olması önemlidir. Ayrıca bugünki
Kütahya kentinin adının eskiden "Kutiun=Kut" oluşu da dikkatle iz-
lenmelidir. Çankırı'nın eski adı da Kengir'dir. Aynı ad Doğu Anadolu'-
da, Kafkasya'da da vardır ve Sümer Ülkesi de aynı adı taşıyoıdu.
Dil verileri, tarihin saklı gerçekleri için sağlam kanıtlardır.
Çünkü hiç bir sözcük kökü, eskilere daya:imadan yaratılamaz.
Nitekim bugün "Hazar denizi" denen büyük gölün Latince adı-
:an "Caspium" oluşu bile, Kaş'ların yaşama alanlarını ve göç yerlerini
göstermektedir. "Caspium" sözcüğünde "epenthese olayı vardır,"-p-
sesi sözcüğün aslından gelmemektedir. Kaspium denizinin bir adı da
Kasar (Kas-ar)dır. Kafkasya adınında da Kas sözcüğü ile ilgili olduğu
şöylenebilir.
Dil verilerinin yol göstericiliğiyle, başlangıçtan günümüze doğru,
Sümer (Subar), Gud(kut), Guz(Kas) uygarlıklarının halka halka geliş-
mesi, eski Mezopotamya'daki Türk varlığının büyük önemini göster-
mekte ve Türk tarihinin başlangıcı sorununu aydınlatmaktadır.
isa'dan önceki çağların tarih ve dil verilerinin ışığında, bazı boy,
soy adlarım açıklamak oldukça kolaylaşmıştır. Bu tür özel adların ba-
şında "Oğuz" sözcüğü gelir.

OĞUZ'LAR
İki heceli bir sözcük olan "Oğuz" adı, Türkçedir. Türkçenin özel-
likrine göre, kök ve ek bakımından bu iki hece açıklanabilir10.
Orhun Yazıtlarından önce olduğu sanılan (Î.S.V.-VI. yüzyd) Yeni-
sey Yazıtları'nda "Oğuz" sözcüğü şu anlatımda geçmektedir: "Altı
Oğuz budunta = Altı Oğuz boyunda, ulusunda" (Bkz.Hüseyin N.Or-
kun, cilt: III, s.61).
Orhun Yazıtları'nda, Bilge Kağan, Türk ve Oğuz boylarına, bey-
lerine hitap ederken "Tokuz Oğuz budun kentü budunum erti" der.
(Bkz.H.N.Orkun, cilt: I, s.48).
Bilge Kağan, Dokuz Oğuzlar için, "kendi ulusum" derken, Oğuz-
ların da Türk olduğu bilincindeydi. Ancak, aradaki, gelenek, birikim,
10 Ayııı konunun bir bölümü Türk Dili Dergisi'nin Mart 978 sayısında yayınlanmıştı.
boy, lehçe farklarını da sessizce belirtmekteydi. Nitekim az sonraki sa-
vaşlarla sorun daha belirgin olarak ortaya çıkar. Bu sıralarda Oğuzların
bir bölümü Selenga ırmağı kıyılarında oturuyorlardı ve başlarında Baz
Kağan vardı.
Dokuz Oğuzlar, Bilge Kagan'm bu politik çağrısına karşın, kendi
gelenekleri, kendi güçleri açısından, herhangi bir baskıya uğramamak
için, gizlice Çinlilerle anlaşmaya çalışırlar. Bu durumu sezen, Kck-Türk
devletinin başarılı veziri Tonyukuk (elbisesi yıkanmış, temiz) anlamın-
da kullanılmış olabilir, Dokuz Oğuzlar üzerine sefer düzenler. Sonunda,
Baz Kağan savaşta ölür, Oğuzlar da böylece yenilgiye uğrarlar.
Daha sonraları, Dokuz Oğuzlar, Uygurlarla birleşirler. M.S.745 yı-
hnda, Uygur, Basmil ve Karlukların savaşlarıyla Kök-Türk devleti sar-
sılır, yıkıhr.
Uygur Kağanı Moyunçur, devletinin dayandığı başlıca topluluk
olarak "On Uygur ve Tokuz Oğuz budun" adlarını açıklar. Demek ki
bu sıralarda Uygurların büyük bir çoğunluğu Oğuz boylarıydı. Aynı
yüzyılda Müslüman Arap coğrafyacıların, Beş Bahk bölgesinde yaşayan
Uygurları, "Tokuz Guz = Dokuz Oğuz" olarak göstermeleri boşuna de-
ğildir. Bu dönemde, Sabran (Savran), Karaçuk (Farab), Karmak, Suğ-
nak ve Sitgun gibi kentler, Oğuz kentleriydi.
Bu kısa tarihçe de gösteriyor ki "Oğuz" adı, çeşitli kaynaklara,
t.S.VI. ve VII. yüzyıldan beri, geç de olsa geçmiş bulunmaktadır.
Oğuzlar, Türk tarihinin başlangıcından beri durmadan yayılıyor-
lar, özellikle Batı'ya, Siriderya'ya, iran'ın kuzeyine, Azerbaycan'a,
Kafkasya, Kırım, Romanya ve Balkanlara yerleşmeye çalışıyorlardı.
Daha öncede, sonra da Suriye'ye, Mısır'a kadar inmişlerdi11. Oğuzlar bu
akınları, sanıldığı gibi göçebe oldukları için yapmıyorlar, yerleşmek için,
devlet kurmak için uygun, elverişli yer arıyorlardı. Yerleşir yerleşmez
de yapılar, anıtlar dikmeğe başlıyorlardı. Kaş'larda, Selçuklularda ol-
duğu gibi, Kaş'ların Ziggurat'ları gibi:
VIII.-IX.uncu yüzyıldan beri, Araplar kendi kaynaklarında bu
ünlü Türk ulusuna "Oğuz" veya "Uğuz" diyebilirlerdi; dillerinde bu
sesleri karşılayacak harfler vardı. Ancak, Araplar kendi kaynaklarında
Oğuz boylarına düzenli bir biçimde, her dönemde "Guz jji" demekte-
11 On dördüncü yüzyılda Abu-Hayyan'ın El-Idrak'inde belirtildiği gibi, Mısır'da, Suriye'-
de pek çok Oğuz vardı ve Oğuzca sözcükler, öteki Türkçe sözcüklerden kolayca ayrılıyordu.

dirler. Bizanslılar da, durmadan sınırlarını zorlayan Oğuzlara kaynak-
larında önemli yer verirler ve daha önce de belirtildiği gibi Oğuzları
"Uz" diye adlandırırlar. Yalnız, Kök-Türkler, Oğuzları, "Uguz" veya
"Oğuz" biçimiyle gösteriyorlardı12. Çünkü Kök-Türkler Oğuzlara, Arap-
lar gibi "Guz" diyemezlerdi, onların lehçesinde önseste "ğ-" yoktu,
"Kuz" demeleri gerekirdi. Halbuki Oğuzlar kendi adlarını sürekli (Fr.
consonne senore, îng. voiced consannant, Alm. stimhaft) bir ses olan
"ğ-/ğ-" önsesiyle söylüyorlardı.
Başlıca bu önses ve buna benzer başka önses sorunlarından olacak ki,
Kaşgarlı, Divan'mda kendi lehçesine "Türkçe", Oğuzların lehçesine
Oğuzca ya da "Türkmence" der. Kaşgarlı'nm Divan'ında13 Oğuzca ile
Türkmence, daha doğrusu Oğuzlarla Türkmenler eşanlamlı olarak kul-
landır ki bir bakıma doğrudur ama daha o yüzyıllarda bile, Türkmenler
bütün Oğuzları kapsamazdı. Nitekim Kaşgarb, Divan'ında, gezdiği yer-
lerin topluluklarını ayrı ayrı sırakyor: "Türk, Türkmen, Oğuz, Çiğil" vb.
(Bkz.cilt: I, s.4)
Kaşgarlı'nm Divan'ında "Oğuz" adı "Uguz" biçimiyle de geçer.
"Oğuz" sözcüğünün dört biçimiyle kaynaklarda kullanılması dikkatle
izlenmelidir: Guz, Uguz, Oğuz, Uz.
Dil verilerine, gramere ve tarih kaynaklarının kanıtlarına göre bu
biçimlerin aslına en uygun olanı Araplrın belirttiği "Guz" sözcüğüdür.
Bu sorun, bütünüyle önses, öntüreme (Prothese) sorunudur. Oğuzlar
bu önseslerinin özellikleriyle, kısaca, konuşmalarındaki değişik önsesle-
riyle, Kök-Türk lehçesine ters düşmüşlerdir. Kök-Türk lehçesine göre
önseste "g-" sesi bulunamaz ve Orhun Yazıtlarında "g-" ile başlayan
Türkçe sözcük gösterilemez. XI. Yüzyılda Kaşgarb Mahmud da bu du-
rumu büyük bir yetkiyle anlatmakta ve Türkçede, yani kendi Türkçesi
olan Orhun-Karahanlı Türkçesinde, önseste "g-" olmadığını belirtmek-
tedir. Bu yüzden "Guz" sözcüğü Kök-Türk lehçesinde, "u-" veya "o-"
öntüreme sesle (Prothese) birlikte kullanılabilirdi. Böylece sözcük "U-
guz" veya "O-guz" biçimlerinde kullanılır oldu. Arapçada ise, önseste
"g-", kolaylıkla kullanılabilir olduğundan sözcük, "gayn  ile,
12 Orhun Yazıtlan'nda belki de sözcük "Oğuz" değil, "Uguz" diye okunuyordu. Ancak
Kaşgarlı'nın Divan'ından sonra iki türlü "Uguz /Oğuz" biçimlerine rastlıyoruz.
13 XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmut da Divan'ında Oğuzlar hakkında önemli bilgiler ver-
mekte, yirmi iki Oğuz boyunu adlarıyle belirtmekte, sözcüklerini ve özelliklerini yetkiyle açıklamaktadır ve (Bkz. Faruk Sümer, Oğuzlar, 1972 Ankara).

"Guz" biçiminde gösterilmiştir. Bizanslılar ise bu adı "Uz" biçiminde
yazmak zorunda kalmışlardı. Ancak bu biçim, IX-XI. yüzyıllarda söz-
cüğün başındaki öntüremenin henüz "o-" olmadığını, Bizanskların bu
önsesi, "U-" diye duyduklarını kesin olarak bize anlatmaktadır. Söz-
eüğün içindeki "g-" sesinin de o dönemde yumuşadığı, hatta eridiği söy-
lenebilir."Uguz" biçimindeki sözcüğü, Bizanslılar"Uz" biçiminde duymuş
olacaklar ki öyle yazmışlardır14. Eğer o dönemde, Oğuzlar, kendilerine
"Oğuz" demiş olsalardı, Bizanslıların da, Alp-Arslan'la savaşırken ordu-
larına bile aldıkları bu ulusa, "Uz" yerine "Oz" demeleri gerekirdi. Kısa-
ca Türklerde "Uğuz" sözcüğünün, "Oğuz" oluşu, en az XI. yüzyddan
sonradır denebilir ve "U-" sesinin "O-" sesine geçişi yanındaki damak
ünsüzü "g-"nin etkisiyle açıklanabilir. Aslında sözcükteki öntüreme,
"U-" biçimiyle kalsaydı, Urum (Rum), Urmiye, Urus(Rus) sözcüklerinde
olduğu gibi, öntüremeli bir sözcük olduğu, çoktan inceleyicilerin dikka-
tini çeker, kök ve ek bakımlarından başka başka açıklamalara gidilmez-
di (Bkz. islâm Ansiklopedisi, Oğuz ve Türk maddeleri.).
Arapların "Oğuz" sözcüğünü "Guz= jji" biçiminde yazmış olma-
ları ise, tarih bakımından çok önemlidir. Niçin Araplar VIII-X. yüzyıl-
lar boyunca sözcüğü, "Uguz" veya "Oğuz" sözcüğünü duydukları halde,
bu sözcüğü öntüremeli yazmayıp "Guz jy-" biçiminde yazmışlardır?
Hatta Kaşgarlı bile, Türkçeden söz ederken "Uguz" veya "Oğuz" biçi-
minde yazdığı halde, Arapça yazdığı Divan'ımn önsözünde, sözcüğü,
"Guz" biçimiyle kullanmaktadır. (Bkz. Kaşgarlı Divanü Lûgat-it-Türk
Tıpkıbasımı, sayfa: 3, satır: 1). Demek ki "Oğuz sözcüğü, Araplarda ve
Arapçada "Guz" biçimiyle yerleşmiştir ki bu biçimin Arapçada geleneği
vardır, başka türlü bu ulusun adı yazılamaz. Bu durum çok önemlidir.
Demek Araplar, Oğuzları "Guz" denildiği zamandan beri tanımaktadırlar
ve eski biçim Araplarda kalmış, yeni biçim yaydmıştır. Arapçada "Oğuz"
lar eski biçimle "Guz"lar diye yerleşmiş ve her çağda "Oğuz" yerine
daima "Guz" demişlerdir.
Bu durumda, "Uguz" veya "Oğuz" sözcüğünü VII.-VIII. yüzyddan
beri belgelerde bulduğumuza göre Araplarda yerleşmiş olan, geleneği
14 Buna göre sözcük, Orhun ve Uygur dönemlerinde "Uguz" diye konuşulmuş, yazılmış
olmalıdır. Nitekim Kaşgarh'da da hem "Uguz" hem de "Oğuz" biçimi vardır. Sözcük Arap harfleriyle de o dönemde, çok defa "vav" sız, üzerine "ötre" konmuş elif ile yazılıyordu:
gibi. Üstelik sözcüğün sonundaki "-z" sesini kesinlikle belirtmek için Jjil = Uguzz" biçiminde
"" = şedde" de konuyordu.

kurulmuş bulunan eski "Guz" biçimi hangi yüzyıldan beri kullanılmış-
tır ve Araplar, "Oğuz"lardan önce, "Guz"ları ne zaman, nerede tanı-
mışlardır? Bu soruya verilecek yanıtlar, tarihin pek çok karanlık sorun-
larını aydınlatacak, çözülmeyen pek çok düğümü çözecektir.
Kısaca, tarih kaynaklarında görülen dört türlü "Oğuz" sözcüğünün
gelişimi ancak şöyle açıklanabilir:
Aynı olay15
"oruç" sözcüğünde de görülmektedir: Müslümanlığı
Araplardan çok, komşuları iranlılardan alan Türkler, islamlığın başlıca
terimlerini de iranlılardan almışlardır: "Namaz, abdest" gibi sözcükler
Farsça olduğu gibi, "Oruç" sözcüğü de Farsça asılhdır.
Daha önceki Türk dili kaynaklarında "perhiz anlamına gelen bu bi-
çime yakın bir sözcük bulunmamaktadır15. Farsçada "oruç" sözcüğünün
karşılığı ise "ruze'dir
Türkçede, "r-" sesiyle başlayan sözcük bulunmadığı için, yabancı
dillerden gelen bu tür sözcükler, öntüreme seslerle karşdanmış, bu ne-
denle de çok defa biçim değiştirmişlerdir. Lehçelerde Urmiye gölü,
Urum (Rum)17, Urus (Rus) ve yazı dilinde de kullanılan Urfa (Ruha) bu
15 Aynı olayın türlü görünüşleri, eski kaynaklarda belirtilmiştir: Ugan/Ogan, Ugur/Ogur
(uğur), uğramak/ogramak (uğramak); ur-gak > or-gak > orak (Kşg. C.1,9.14), üküş /öküş "çok",
ürgi/örgi "yüksek" vb.
Ayrıca "nehir, ırmak" anlamında kullanılan "ügüz" sözcüğünün durumu da dikkate değer:
Orhun Yazıtları'nda "ügüz" biçimiyle geçen sözcük, Kaşgarh'nın Divan'mda ise "öküz" biçi-
mini almıştır ve Kaşgarlı, Kaş öküz (Hotan şehrinin iki yanında akan iki derenin adı, Tavuşgan
öküz (Uç şehrinde akan bir derenin adı), Öküz (Benegit ırmağı, Oğuzlarca) demektedir. "Ügüz"
sözcüğünün aslı da şu biçimde açıklanabilir: ıg-ız > iğiz > ügüz > öküz. Kısaca "hayvan" an-
lamındaki "öküz"den başka, bu lehçelerde kullanılan "nehir" anlamındaki "öküz" sözcüğü, "su"
anlamındaki "ıg" sözcüğüne çoğul kavramı veren "-ı-z" ekinin getirilmesiyle oluşmuş ve "öküz"
ya da "ügüz", "sular" kavramını vererek "nehir, ırmak" karşılığında kullanılmıştır. Aynı kökten
kurulmuş görünen "öğen" sözcüğü de Uygurcada "dere, çay" demekti. Aslında "öğen" sözcüğü,
"küçük su" demektir ki kökü "ıg > -ig" ve eki "-en", anlamına, yerine uygun olarak kullanılmış-
tır. Bir tür hayvan adı olan "öküz" sözcüğü ise Yunanca 'oks' sözcüğü ile ilgili , olabilir.
16 Uygurcada "baçag/paçag", "perhiz, oruç" demektir.
17 Uygurcada Doğu Romalılara "Purum" denilmesi ayrıca dikkati çeker, önsesler bakı-
mından Fin-Ugur terimindeki "Uğur" sözcüğü de "U-gur" biçiminde bir öntüreme (prothese)
ile açıklanabilir. Hatta, daha ileri gidilerek, yaygın "-r/-z" değişimiyle, "Gur", "Guz" aynıdır,
denebilir. Aynı biçimde bir öntüreme "Uygur" sözcüğü için de geçerlidir.
Uguz -> Oğuz
Oğuz (Türkiye Türk-
lerinde)
Uguz -> Uğuz
Uz (Bizanslılarda)

tür sözcüklerdendir. Bu duruma göre "oruç" sözcüğü şu biçimde oluş-
muştur: Farsça "ruze > o-ruç" olmuştur.18 Farsça "rüzgâr" sözcüğü de
Anadolu ağızlarında "ü-rüzgâr, ö-rüzgâr" olmuştur.
Türkçede, yer ve ulus adlarında, bu olayın "i- /ı-" ve "ü-" öntüre-
meleriyle kurulmuş yığınlarca örneği vardır: "î-sveç, I-skandinavya,
t-skoç, t-sviçre, I-slav, I-stanbul, î-zmir (Smyrne), Üsküp (Skopi) gibi.
Özellikle, eski çağlardaki "îskit"ler de bu tür sözcüklerle açıklanabilir
ve "Saka" sözcüğü ile ilgisi kurulabir.
Türkçedeki önseslerin özellikleri ve öntüreme olayı ile, "Oğuz" söz-
cüğü üzerinde uygulanan bu açıklama, tarihin karanlık, sorulu bir yö-
nünü, "Oğuz" adının türlü kaynaklarda dört ayrı biçimde değişik yazı-
lışım çözümlemektedir. Ancak bu açıklama ile, "Oğuz" sözcüğünün asb,
"Guz" sözcüğü olarak belirince, Arapların "Guz"ları ne zaman nerede
tanıdıkları sorunu ortaya çıkar. Bu sorunu tarih elbet bir gün kesildikle
açıklayacaktır. Yalmz bilinen şudur ki, "Oğuz" sözcüğünün "Guz" söz-
cüğü olarak açıklanması, Oğuzların, dünya tarihindeki yerini, Orhun
yazıtları'ndan çok eskilere, özellikle, başka uluslarla ilgileri, ilişkileri
bakımından çok gerilere götürmektedir.
Yukarıdaki açıklamalarda görüldüğü üzere, tarih olayları, dil veri-
leriyle desteklenirse, Oğuz boylarının ortaya çıkışı sorunu gibi, gerçek-
ler, biraz daha belirir, sorunlar biraz daha aydınlığa kavuşmuş olur.
Açıklanması gereken boy, soy adlarından biri de I. S. VI. VII.
yüzyıldan, beri bıraktıkları metinlerle tanıdığımız Uygur Türkleridir
Kaynaklarda geçen bazı sözcüklerde Uygur'ların gerçek durumlarım
gösteren izler vardır.
UYGUR VE YUGUR
Bugün Kuzey Asya'da Yugur adı altında yaşayan topluluk, eski
Uygur'ların son temsilcileridir ve adları da tarihin tanıdığı Uygur'ların
aslını göstermektedir.19
18 Yine aynı olayın pek çok örneğini Anadolu ağızlarında görmekteyiz: "rüya/ürüya,
rahat/irahat, rıza/irıza, razı/irazı, renk/irenk, ramazan /ıramazan" gibi. Bu tür sözcüklerle ku-
rulan tümceler de her gün yörelerimizde kullanılmaktadır: "irahatım kaçtı, irizası yoktu, irazı
değilim, irengi sapsarı oldu, irazamanda oruç tutar mısın?, ürüya görmüş" vb.
19 Kaşgarlı Divan'ında verdiği haritada Yugur'ları göstermiştir. Ancak metinde bu söz-
cüğün kullanılmaması dikkate değer. Harita bir başka kaynaktan alınmış olabilir.

"Yugur" sözcüğünün varlığından, "Uygur" sözcüğünde de bir me-
tatez olayı bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu duruma göre, Uygur sözcü-
ğünün aslı Oğuz /guz sözcüklerinde olduğu gibi "Gur" dur. Sözcüğün
önündeki sesler, Türkçede çok yaygın olan öntüreme seslerdir. Buna
göre "y-ı-lan /yılan / ilan /lan" sözcüklerinde olduğu gibi (bkz.V.Hati-
boğlu, Türkçede Bazı Hayvan Adları, Bilimsel Bildiriler 1968) "Yugur"
sözcüğünde de "y-u-gur" biçiminde bir öntüreme olayı (Prothese)
vardır, "u-y-gur" biçimi ise "y-u-gur biçiminin" metathâse'le meyda-
na gelmesiyle açıklanır. Sözcüğün aslı, "Fin-Ugur" teriminde de kullanıl-
dığı gibi "Uğur" değil "Gur" dur, tıpkı "Uguz" olmayıp "Guz" olduğu
gibi. Aynı "Gur" sözcüğünü Macar'ların bir başka adı olan "Hungar" da
da görüyoruz. "Hungar" sözcüğü "H-un-gar" biçimiyle açıklanabilir,
önsesteki H- Balkan lehçelerinde çok görülen "öntüremeh" dir. "un-gar"
ise "On-Gur" demektir. "Bulgar" sözcüğü de Bel-gur/ Bul-gar" ola-
bilir. "Beş-Gur" demektir. "Beş Huz", "Dokuz Oğuz", "On Uygur"
gibi sayı adlarıyla kurulmuş pek çok topluluk adı vardır. Hurri söz-
cüğüde Guz/Huz değişimi gibi Gur'dan gelmiş olabilir.
Oğuzca ve Uygurca için en önemli kaynakların başında, Kâşgarlı'-
mn Divan'ı gelir. Kâşgarb Divan'ında, sözcük başındaki "t- /d-" değişi-
minden başka Oğuzca'mn çok önemli özelliklerini belirtmektedir.
Kâşgarlı, "h-" ile başlayan sözcükler için şöyle demektedir: "Kita-
bın sahibi Mahmud der ki bunun içindir ki bizim atalarımız olan Beylere
Hamir derler çünkü Oğuzlar Emir diyemezler elif harfini "h-" ya çevi-
rerek söylerler" (Bkz. Divan, Cilt: I, s.112). Kâşgarlı "h" sesinin kendi
Türkçesinde bulunmadığım, sözcüklerin başında bu sesi kullananları
yabancı saydığını açıkça belirtir: "Hotanlılarla Kençekler kelimenin
önünde bulunan elifleri, h'ye çevirirler. Türk dilinde bulunmayan bir
harfi kattıkları için biz onları Türk saymıyoruz. Türkler baba'ya ata,
Hotanhlarla, Kençekliler hata, Türkler ana'ya ana, onlar ise hana der-
ler. Bkz. Kaşgarb Divan'ı, cilt: I, s. 32), Kas'arm Ana (Hana) kenti gibi.
Kâşgarb ayrıca, k'den dönen h'ler için de örnekler verir: "handa=
nerede, hayu=hangi, hız=kız" sözcüklerinin karşısına da, bunların
Oğuzca ve Kıpçakça olduğunu yazar.
Yukarıdaki örneklerde görüldüğü üzere, Kâşgarb'nin Türkçesinde,
yani Orhun Türkçesinin devamı sayılan Karahanlı Türkçesinde, sözcük-
lerin önsesinde "h-" sesi kullanılmamaktadır. Kaşgarlı yalmz Oğuzcada
"h-" sesinin bazı sözcüklerin başında bulunduğunu yadırgayarak belirtir.
Bu durum, dil tariki yönünden olduğu gibi tarih olaylarım açıklamada
da boylar bakımından çok önemli, çok yönlü sonuçlar verir.
Uygurcada da "h-" sesiyle başlayan sözcükler vardır. Oysa uygar-
ca, Orhun Türkçesi ile Karahanlı Türkçesi arasında bağlantı halkası
saydır. Uygurcada "h-" sesiyle başlayan sözcüklerden birkaçı şunlardır:
haç (kaç: ne kadar, kaç)
haçan (kaçan: ne zaman?)
halın (kalın: ince olmayan, kalın)
haltı (kaltı: kaldı, kaldı ki, ne zaman ki)
han (kan, hükümdar, baba)
hangsız (kangsız, babasız)
hanyu (kayu, ne zaman, ne gibi, hangi)
hara (kara: kara, siyah)
hara kuş (kara kuş: kartal, kara kuş)
harın (karın: karın)
harga (karga: karga)
harı (karı: ihtiyar)
hanmak (karımak: ihtiyarlamak)
hat (kat: kat, tabaka)
hata (kata, defa, kez)
hatıg (katig: katı, sert)
hatun (katun: hatun, kraliçe)
hıl (kd: kıl)
hdınç (kılınç: kılınç, iş, hareket, fiil, amel)
hılmak (kılmak: kılmak, yapmak)
hul (kul: kul, köle)
huş (kuş: kuş)
(Bkz. A. Caferoğlu; Uygur Türkçesi Sözlüğü, istanbul 1968).
Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü üzere, Orhun ve Karahanlı
Türkçesinde bulunmayan sözcük başındaki "h-" sesi Uygurcaya nereden
gelmiştir, bu sorunu önemle ele almak gerekir.
Uygurcada, sözcük önseslerinde "h-" den başka "g-, p-" sesleriyle
başlayan sözcükler de vardır:
gatıg (katı, sert, sağlam)
gılınç (kılınç: iş)
gılmak (kılmak: kılmak)
giz (kız: kız, genç)
ganag (konak: konak, köşk)
gorgunçsuz (korkunç olmayan) vb.
Uygurcadaki, "p-" ile başlayan sözcüklerin birkaçı da şunlardır:
pakır (bakır)
par (bar: var)
parça (barça: bütün, hepsi)
park (bark, ev bark)
pek (berk: sağlam)
pışmak (bişmek, pişmek, yetişmek, olgunlaşmak)
Uygurcadaki bu örneklerle birlikte, iki türlü önsesle de kullanılabi-
len bazı sözcüklerin varlığı, sonuçları bakımından önemlidir. Uygurcada
hem "bakır" hem de "pakır", "bar/par, barça/parça,pütün/bütün,
bütürroek /pütürmek" gibi sözcüklerin bulunuşu dikkatle incelenmelidir.
Bu durum, yazı dilinde, "b-" ile başlayan sözcüklerin, ağızların etkisiyle
"p-" biçiminde de kullanıldığını açıkça göstermektedir, önceki örnek-
lerde görülen "k- /g- /h-" önsesleri için de durum aynıdır. Uygurcada,
yazı dilinde "k-" önsesiyle kullanılan sözcükler, Uygur konuşma dilinde
"g-" ve "h-" sesiyle konuşulmaktaydı. Kısaca, Uygurcada yazı dilinde,
bazı sözcüklerin önsesinde "k-" yerine "g-" ve "h-"nin kullanılması,
Uygur topraklarındaki ağızların yazı diline yansımasıdır denebilir.
Ancak biraz sonra açıklanacağı üzere Kaşgarlı, bize başka ip uçları da
vermekte, Uygur şehir halkının başka türlü konuştuğunu da belirtmek-
tedir.
Uygurcamn, Kök-Türk lehçesinden ayrdan bu tür önseslerle kurul-
muş Türkçe sözcükleri, Uygurcayı Oğuzcaya yaklaştırır, daha doğrusu
Uygurcada pek çok Oğuz özelliği görülür. Bu özelliklerin başlıcaları şun-
lardır:
1) önseslerdeki süreklileşme (sonorisation): "kız" yerine "giz, hız"
denilebilmesi. Anadolu ağızlarında olduğu gibi.
2) îçseslerde yaygın olmayan bir süreklileşme vardır:
"Tarkan" yerine "Tarhan", "Orkun" yerine "Orhun", yılkı" yerine
"yılfeı" gibi.
3) Sözcük hazinesi, özellikle yabancı sözcüklerin, Kök-Türk leh-
çesinden çok fazla oluşu da Uygurcayı Oğuzcaya yaklaştırır. Oğuzların
sözcük hazinesi incelenecek olursa, Gotlar, Germenler ve Latinlerle or-
ortak sözcükler kullanıldığı görülür. Anlaşılan, Oğuzlar bu uluslarla za-
man zaman komşu yaşamışlardı ve kültür abş verişinde bulunmuşlardı.
Ayrıca akraba adları Uygurcayı Oğuzcaya yaklaştıran önemli et-
kenlerdendir. Orhun Türkçesinde kullanılmayan, Uygurcada kulla-
nılabilen akraba adlarından "baba" sözcüğü, ashnda Oğuzcadır.
Kaşgarb, Oğuzların "ana" yerine "aba" sözcüğünü de kullandık-
larım yazar ki, bu gelenek bu gün de Anadolu ağızlarında sürmektedir
Kaşgarlı bir de "dede" sözcüğünün Oğuzca olduğunu açıklar. Bilindiği
üzere "baba, dede, aga" gibi çok önemli akraba adlan Oğuzlarda kulla-
ndmış ve kullanılmaktadır. Bunlardan, Orhun Türkçesinde bulunma-
yan "baba, aga= ağabey, büyük kardeş" sözcüklerinin Uygurcada geç-
mesi, ancak Oğuzların etkisi olarak açıklanabilir. Çünkü Uygurcada
"baba" sözcüğüne gereksinme yoktu bu anlamda Uygureada Orhun
Türkçesi gibi "ata, kang" sözcükleri de kullanıhyodu.
Uygurları Oğuzlara yaklaştıran bu kamtlar dışında Uygurların
yazı dillerinin başka, konuşma dillerinin başka oluşu dikkatle izlenmeli-
dir. Kaşgarlı, Uygurları biraz yabancı tutar2" ve dilleri için şöyle der:
"Uygurların öz Türkçe bir düleri olduğu gibi, kendi aralarında konuş-
tukları zaman ayrı bir ağız dahi kullanırlar" (Bkz. Kaşgarlı, C.I, s.29).
Demek Uygurlar, yazı dillerinden ayrı, Kaşgarlı'nm bile kolayca fark
edemediği bir lehçe ile konuşuyorlardı ki asıl dilleri de buydu, yani eski
Oğuzcaydı. Yalnız yazı dilleri Kök-Türk lehçesinin büyük etkisinde idi,
çünkü Kök-Türk yazı dilinin geleneği vardı, Uygurlar da bu geleneğe
uymuşlardı21, hatta Uygurlar, Çinlilerle yaptıkları abş verişler için kendi
20 Kaşgarlı Beş Balık halkı Uygurlar için şöyle der: "Bu vilâyette beş şehir vardır. Vilâ-
yetin halkı en katı kâfirlerdir" (Bkz. C.I, s.113) Bu durum, Uygurların bir bölümünün Müslüman
olmayışı ve Sanskrit sözcükleriyle dolu bir dil kullanışları biçiminde yorumlanabilirse de aslında
Uygurlar, konuşma lehçeleri ve gelenek tutum bakımlarından Kaşgarh'ya, kaşgarlı'nın Türk-
çesine ters düşmüşlerdir, Oğuzlar gibi.
21 Büyük Selçuk imparatorluğu ve Anadolu Selçuk Devleti (XI-XIII. yüzyıl) Oğuz boy-
larına dayandığına göre, bu devlet büyüklerinin de lehçesi Oğuzca idi, ancak, Oğuzcayı, geleneği
olmadığı için, yazı dili olarak kabul edemiyorlardı. Uygurca ve onun devamı olan Karahanh leh-
çesi de bütün zorlamalara karşın Selçukluların kendi lehçelerine, Oğuzcaya aykırı düşüyordu. Bu
zorluklarla, daha başka kültür etkenleriyle, Selçuklular, yazı dili, resmi dil olarak Farsçayı kabul
etmek zorunda kalmışlardı.
Uygur harflerinden başka Orhun harflerini de kullanıyorlardı ki, bu
yazıları ancak Müslüman olmayan Uygarlarla Çinlilerin okuyabilecek-
lerini yine Kaşgarlı açıklamaktadır (Bkz. Kşg.C.I, s.29). Böylece, Uy-
gurların yazı dili bakımından Kök-Türk yazı dilinin etkisinde olduğu
gibi alfabe bakımından da, kendi alfabaleri olmasına karşın, Orhun al-
fabesinin etkisinde kalmaları da dikkate değer. Aslında Uygurlar, büyük
ölçüde Oğuzlardı ve aralarında Oğuzca konuşuyorlardı.Bu durumu Uy-
gur hükümdarı Moyunçur, anıtında açıklar ve başkanlık ettiği ulusun
On Uygurlarla, Tokuz Oğuzların olduğunu söyler.
Araplar ise Uygurları doğrudan doğruya "Tokuz Guzlar" olarak
yazarlar. Bütün bu araştırmalara göre açıklanan sonuçlan özetle şöyle
sıralayabiliriz:
1) "Oğuz" sözcüğünün aslı "Guz"dur. "Oğuz" sözcüğü önceleri
"Uğua" biçiminde idi Araf harfleriyle yazılmış metin aktarılırken bile
Uguz yazmak gereği düşünülmüştür (Bkz. Kşg.C.I, s.38 ve Dizin) daha
sonra "Oğuz" biçimini aldı.
2) "Uygur" sözcüğünün ash da "Gur"dur. Bu sözcük de önce
"Uğur" biçimine sonraları da "Yugur", "Uygur" biçimlerine dönüştü.
3) Aslında, "Uguz" ve "Uğur" sözcükleri aynı Gur /Guz" sözcü-
ğünden başka bir şey değildir, denebilir. Sözcüklerin sonundaki -r /-z
değişimi,23 çok eski yüzyıllardan beri sürüp gelen Türkçenin yaygın bir
kuralıdır ve bu kural yardımıyla Gur, Guz arasında ilgi kurulur: "Köz/
kor" "tuz /çor", "ikiz /ikir" sözcüklerinde olduğu gibi.
Bu duruma göre "Guz" sözcüğü ile Gur sözçüğü, hatta (Hur) Hurri
sözcüğü ile "Uygur" sözcüğü arasında da bir yakınlık aranmalıdır.
Ural-Altay topluluğundan sayılan Fin-Ugur'larla Oğuzlar arasın-
daki yakınlık öteden beri ileri sürülmüştür. (Bkz. Ancyklopedie des is-
lam, Türk maddesi). Bu tür örnekleri yinelemek konunun önemi ba-
kımından yararlı olacaktır.
Uğur sözcüğünde "U-gur" biçimindeki bir öntüreme ile sözcüğün
ash "Gur" denümişti. Bu tür öntüremeli açıklama "Uygur" sözcüğü
22 Ancak eski Anadolu Türkçesi olan Oğuzca, Anadolu'da 13. yüzyıldan sonra resmi yazı
dili olabildi ve yavaş yavaş geleneği kuruldu. Bununla birlikte Osmanlı şairleri, Çağatay şair-
lerine nazireler yazmaktan kendilerini alamadılar.
Ayrıca 19. yüzyılda Kırım Türkleri de konuşma dilleri ayrı olduğu halde, geleneği çoktan
kurulmuş İstanbul lehçesini yazı dili olarak kabul etmek istemişler, bazı girişimlerde de bulun-
muşlardı.
23 Çoğul eki-ar/-er de, Hint-Arapça dillerde/ s, z'ye dönüşmüş olabilir.

için de geçerlidir: Uy-gur" gibi. Ancak, Türk dil tarihinde "uy-" gibi
bir öntüremeye rastlanmamıştır. Olsa olsa bu öntüreme "yu- > y-u-"
biçiminde olabilir. Türkçede "yılan > y-ı-lan" sözcüğünde olduğu
gibi iki öntüremeli biçim de oluşabilmektedir. Bu tür yinelemelerle,
metatezle, seslerin yer değiştirmesiyle, Gur > U-gur > Y-u-gur > Uygur
biçiminde bir gelişme düşünülmüş ve "Uygur" sözcüğünün asb böylece
"Yugur" olur denilmişti. Özellikle Uygur lehçesinde pek çok sözcü-
ğün metatezli biçiminin kullanıldığı görülür ki, içinde "-r-" sesi bulunan
sözcükler, metateze daha yatkın olur. Nitekim Uygurcada "yağmur"
yerine "yamgur", "yoğurt" yerine "yorgut", "erdem" yerine "edrem",
"arpa" yerine "abra", "orta" yerine "odra" da denmiştir.
özetle, açıklamalar yardımıyle Uygurlar, eski Gur'lardı, Oğuzlar
da eski Guz'lardı, denildiği gibi -r /-z değişimiyle Gur /Guz sözcüklerin-
de, eski çağlardan gelme kök birliği olduğu ileri sürülebilir.
Bu duruma göre, Kuzey Asya'dan Güney Mezopotamya'ya doğru
göç eden ve bir kısmı da göç yolları boyunca yerleşen Türk asıllı kavim-
leri şöyle sıralayabüiriz:
1. Sabir'ler, Subar'lar, Subir'ler, Sibir'ler ve Sümer'ler.
2. Gud'lar, Guz'lar (Kus'lar, Kaş'lar, Kos'lar; Kuz'lar Huz'lar
Hazer'ler vb2 4 .)
3. Karagas'lar (Kara-Kas'lar), Gagavuz'lar25, Kazı Kumuk'lar (Gu-
muk'lar vb26.)
Mezopotamya'ya ilk gelenler Sümer'lerdir (Î-Ö. 3500-4000).
24 Guz'lar kendilerine "Guzar"da diyorlardı. Sondaki "-r" eki, çoğul kavramı veren bir
ek görünümündedir.: Tatar (Tat-ar), Avar>Ap-ar, Hazer (Haz-ar/Huz-ar/Kas-ar) biçimlerinde
aynı ek kullanılmıştır. "Harezm"ya da Harzem sözcüklerinde de yine -r- sesi dolayısiyle bir
metatez olayı olabilir. Çünkü aynı yörelerde aynı özellikler sürüp gitmiştir. "Huz" sözcüğü,
ayrıca, Arapça "Ahvaz" çoğul biçiminde de kullanılmaktadır.
Aynı "-ar'' çoğul eki "Urartu, Gurer" gibi sözcüklerde de söz konusu olabilir.
25 Gagavuz adının sonundaki bölümün "oğuz" sözcüğünden gelebileceği önceleri belirtil-
miştir. Ancak bu parça "Oğuz" sözcüğünden değil de "Guz" sözcüğünden gelmiş olabilir: yağız/
yavuz sözcüklerinde olduğu gibi. Sözcüğün başındaki bölüm ise Kara /gara" olabilir, bu durumda
sözcük "Gara-guz" olur ki "-r-" dolayısiyle yine bir metatez olayı düşünülebilir. Türklerde soy, boy adlarında "Kara" sözcüğü çok kullanılmıştır: Kara-Han — Kara Kagan'k, Kara-gas'lar (Kara-gas veya Kara-Kas) gibi,
26 Kumuk'larm adında çok defa "Kazı" sözcüğünün bulunması, bunların Kaş'larla ilgili
olabileceğini gösterir. Kumuk sözcüğU de (Kuz-muk) biçiminde düşünülebilir. Kumuk'larm gelenek ve göreneklerinin, halk edebiyatı ve kültürünün zenginliği yıllarca inceleyecilerin dikkatini çekmiştir ki, bu durum ancak böyle bir Kas soyu geçmişiyle açıklanabilir.
Sümerler yıpranmağa, zayıflamağa başladıkları sırada, yine ayni
topluluğun kalıntdarı üzerinde Gud'ların hükümranlık kurduklarım ve
bu hükümranlığın 125 (yüz yirmi beş) yıl sürdüğünü görüyoruz (î.ö.
2500). Gud'lardan sonra hükümranlık Sami'lere geçmiştir. Ancak Sümer
ve Gud topluluklarının kalıntıları bu yörelerde yaşamlarım sürdürüyor-
lardı ki aynı soydan Guz'lar tarih alanına çıkabildiler.
Sami kavimleri arasında ve üstünde hükümran olabilmek için Türk
asıllı kavimlerin uzun yıllar beklemeleri ve hazırlanmaları gerekmiştir.
Nihayet Isa',dan önce yaklaşık 1700 (bin yedi yüz) yıllarında Guz'ların
Akad'ları devirerek, Babil'de III. Babil hanedanını kurduklarını görü-
yoruz. Akad'lar Guz'lara Kaş'lar ya da Kaşu'lar diyorlardı. Bu bakım-
dan "Guz" sözcüğünden çok "Kas" sözcüğü yerleşmişti. Ancak Araplar
ve Farslar daha sonra "Guz" sözcüğünü "Oğuz" sözcüğü karşıbğı olarak
günümüze kadar kullandılar.
Bütün bu açıklamaları şöyle özetleyebiliriz:
cs
Oğuz
l
\
t
Uguz
(öntüreme ile) +- G U Z - + Kuz -»• Huz -> (- r ekiyle) Huzar ->Hazar ->-Hazer
/
/
(Bizans çağında) Uz
Görülüyor ki, eskilere dayanmadan yeni bir sözcük kökü yara-
tılamadığı gibi, yine eskilere dayanmadan yeni bij ulus da yarrtıla-
maz. Bugünkü ulusların hemen hepsi, eski ulusların türlü etkenlerle
değişe değişe oluşmuş yeni biçimleridir-
Dil verileri ise, her çağ için hiç kuşkusuz en sağlam kanıtlardır.
Dil verilerinin öncü, yol gösterici olmalarıyle başlangıçtan günümüze
doğru Sümer (Subar), Gud (Kut), Guz (Kas, Kus, Huz) uygarlıklarının
halka halka gelişmesi, eski Mezopotamya'daki Türk varlığını göster-
mekte, Oğuz'ların, Gur'ların, Uygur'ların kökenini açıklamaya yardım
etmekte ve Türk Tarihinin başlangıcım aydınhğa kavuşturmaktadır.

KASSİTLER KÜRT MÜ? HİND-ARİ Mİ Kİ?

Mizgîn/Sayı 46 - Tarihin sayfaları içinde güç ve kuvveti ile, kültür ve gelenekleri ile sınırlarının genişliği ve yönetimdeki başarıları ile yer almayı başaran Kürt devletlerinden biri olan Kassitler???, uzun zamana yayılan yönetimleri ile tarih sahnesinde önemli bir yer almıştır.

Kassitlerin devlet sınırlarının geniş olması, çevrelerinde kendilerini yıkabilecek güçlü devletlere karşı kendilerini korumaları, kültürel ve sanatsal alandaki gelişmeleri, onların isimlerini ve güçlü yönetimlerini bugüne taşımıştır. 


Kassitler, M.Ö 18.yüzyılın başlarında kurulan bazı Kürt devletleri??? gibi Zagrosların doğusundaki Hemedan, Kirmenşah yöresinde yaşamışlardır.

Kassitler, tarih sahnesinde oldukları devirde çevrelerindeki çeşitli devletler ve halklarla savaşmış, savaş siyasetini birçok yönden uygulamaya çalışmıştır. Özellikle belirli konularda tarihte ismine rastladığımız Babil Devleti de Kassitlerin savaşmış olduğu devletler arasındadır. Kasitlerin karşısında yer alan Babilliler ve Hititlerle ilgili kısaca bilgi verecek olursak şunlar ifade edilebilir.

Kafkasya’dan Anadolu’ya geldikleri, kazı çalışmalarından anlaşılan, feodal bir yönetimle çevresel açıdan siyasi bir birlik kurmaya çalışan Hititler, babadan oğula geçen bir saltanat sistemini benimserler. İlk zamanlarda daimi bir ordu kurmak yerine, halkın tümünü ordu olarak kabul eden Hitit yönetimi, ceza hukukunda Hammurabi ve Asur Kanunları ile adeta yarışmış, en ağır suçu devlete başkaldırma ya da isyan etme olarak belirleyip bu suçu işleyenlerin cezasını da ölüm cezası olarak belirlemiştir.

Kullandıkları hiyeroglif yazı çeşidi ile tarihte bilinen Hititler; halkı toplumsal tabakalara ayırmış, dini inanç yönünden ise Anadolu’nun “bin tanrılı yer” olarak adlandırılmasını sağlamıştır.

Hititlerin haricinde önemli olarak gördüğümüz diğer bir devlet de Hammurabi kanunları ile çeşitli örneklerde ismini duyduğumuz Babil devletidir.

Babil devleti; Sami kökenli Amariler tarafından kurulan, site şekli yönetimden  Kral Hammurabi tarafından devlet düzeyine geçen ve M.Ö 1792–1750 arasında genişleme ve büyüme dönemini yaşayan bir devlettir. Döneminin en önemli eseri, kralın kendi ismiyle dikili taşlar üzerine kazıdığı Hammurabi Kanunları’dır.

Kassitlerin Kardunaj devletini büyütme aşamasında karşılarına ilk çıkan yönetim, Babilliler olmuştur. 
Babilliler, Kardunajların gelişme ve ilerleme siyasetine, Zagrosların batısına set çekip M.Ö 1726’da Diyala ırmağının Dicle ile birleştiği yerde bir kale yaparak karşı koyarlar.

M.Ö 16. yüzyılda Hititlerin saldırısına uğrayarak yıkılan Babil devleti, Kassitlerin egemenliğine girer.
Güçlü bir uygarlığa sahip olan ve aynı zamanda ekonomik, idari ve kültürel alanlarda iyi bir gelişim içinde olan Kassitler; devletler arası siyasette daha dikkatli adımlar atmaya yönelmişti.
Bu noktada devlet siyasetinde III. Agum; Mısır ile ilişkilerini geliştirir, karşılıklı elçiler bulundurmak için anlaşmalar yapar.

I.Kurigalçi, Kardunaj devletinin başındayken halk adına çalışmalar yapıp, halkın ödemesi gereken birçok vergiyi kaldırarak kolaylıklar sağlar.
Kardunaj devleti, Kurigalçi zamanında Mısır ile dostluklarını devam ettirmiş, Mısır’ın Suriye sınırını almasını onaylamıştır.

II. Kurigalçu, Kardunaj devletine düşman olarak siyaset uygulayan El’am’a karşı, çeşitli şekillerde savunma savaşı ile saldırıya geçmiştir.
Bir süre sonra El’am toprakları II. Kurigalçi tarafından ele geçirilmiştir.

Gelişim ve ilerleme zamanlarının yaşandığı Kardunaj devletinde, I. Kudur Enlin (M.Ö 1264-1255) ve oğlu Surins (1255-1242) zamanında çeşitli ekonomik krizler yaşanmıştır.
Ekonomik zayıflığın yaşandığı dönemde, halk temel ihtiyaçlarını karşılayamadığından göçler zorunlu olarak açığa çıkmaya başlamıştır.
N. Kastilyos zamanında büyük ve sınırları geniş olan uygarlık gelişmeye, El’amların ve Asurluların saldırıları ile karşı karşıya gelmeye başlar.
Asur kralı, Kassit ülkesinin işgali sırasında önceliği Babil’e vererek sınırları genişletmeye çalışsa da, bir süre sonra kendi halkı tarafından öldürülür.

M.Ö 1188-1174’de  Kral Melsuhu zamanında ekonomik durum tekrar düzelir ve Asur yönetimi ile olan ilişkiler tekrar gözden geçirilerek yeni düzenlemeler yapılır.

M.Ö 1173-1161 Marduk Apol İdin zamanında tarım alanları içinde nehirlerden arazilere suların verilmesi, kanalların kazılması ile halk, ağır vergilerden kurtulmakla kalmayıp bolluk ve refah içinde yaşamaya başlar.

1159-1157’de Kassitler, Elamlara karşı savaşırlar. Fakat bu savaş, Kassitlerin sınırlarını genişletmesinden ziyade, sahip oldukları sınırların Elamlar tarafından ele geçirilmesi ile sonuçlanır.

Tarih öncesi zamanları temsilen yapılan çalışmaların en değerlileri, o devletin, halkın ya da yönetimin kültürel ve sanatsal anlamda binlerce yıl öncesinden ortaya koyduğu ve günümüze kadar gelen yapıtlarıdır. Kasitlerin bu konudaki gelişimlerini ifade edecek olursak;

Kassitlerin kullandıkları dilin Hurrice ya da Hurrice şivesine yakın olduğu kabul edilir.??? Buradan anlaşılacaktır ki Kassitler, sadece Kardunaj sınırları içinde değil, yukarı Mezopotamya’nın değişik bölgelerinde de yaşamaktaydı.

Yapılan kazılarda duvar resimleri, silindir, mühürler ve bunlar gibi çeşitli sanat eserleri bulunmuştur. 
Kassitlerin metal işçiliğinde usta olması, ortaya çıkan sanat eserlerinde net bir şekilde görülmüştür.

Bununla beraber at yetiştirmede ileri durumda olmaları, Hemedan-Kirmanşah yolu üzerinde, Mezopotamya düzlüklerinde bir geçit yolu oluşturmaları ve geçimlerini sağlamak için bu geçit yollarını çoğaltmaları, ticaretle ilgilendiklerini gösteriyordu.

Yukarıda Kardunaj devlet sistemini, yaşanan iç ilişkiler ve dış siyasetteki atılımlarından bahsettik. Bununla beraber, özel anlamda yönetimsel olarak da ifade edecek olursak:

Yönetimin yerel bölümlerinde genellikle bölge yönetim başkanlarının bulunması ve bu başkanların yardımcılarının olması, asayiş ve düzeni koruma adına görev yapan polis görevlileri ve mahkeme görevini yürüten kişilerle de görülmektedir ki, devlet sisteminde sorumluluklar, görev dağılımı esas alınarak oluşturulmuştur.

Bölge yönetim başkanları, ekonomik alanda sıkıntılar yaşamamak için devamlı olarak yiyeceklerin belirli bir kısmını daha sonraki zamanlar için depo ederlerdi.

Sakramuş adıyla ordunun ihtiyaçlarını gören, orduyu hazırlayan bir kurumun olması askeri alandaki gelişmeleri de ortaya çıkarmıştır. Bu kurumun görevi; ordu birliklerini savaş düzenine göre hazırlamak, savaş arabaları (iki tekerlekli) yaparak ordunun gücünü arttırmaktır. Ordu içinde yaya ve yardımcı orduların olması ile beraber; doktorlar, demirciler, kap yapanlar, yıkayıcılar ve din adamları da bulunurdu. Kardunaj devletinde ordunun ve ekonomik sistemin kurumsal alanda olması ile beraber, hukuki sistemin de kurumsallaşmış olduğu, yapılan incelemelerde anlaşılmıştır.

Hukuki sistemde yaralama ve öldürme gibi suçların her birinin cezai sistemde bir karşılığının olması, toplumsal çatışmaların ve üreyecek olan sorunların durdurulması anlamına geliyordu.

Tek tanrılı dini benimsemiş olan Kardunaj devleti, dini gelişmeleri din adamları ile takip ediyordu.
Kardunaj devletinin dağılmasından sonra, Kassitler çeşitli yerlere yayılarak yerleşmiş ve yeni Kürt devletlerinin ortaya çıkmasından sonra, kurulan bu Kürt devletlerinin içinde yer almışlardır. 
Kardunaj devletinde şehir yöneticisi olan tanınmış Kassi hanedanları 22 tanedir. Bunların birkaçı şunlardır:

Abirattaş Hanedanları (16 kişi) 
Ahu Bani Hanedanları (2 kişi)
Bazi Hanedanları (5 kişi) 
Gandu Hanedanı (1 kişi)
Habban Hanedanları (4 kişi) 
Hanbu  Hanedanı (1 kişi)
Kardunaj devlet yönetimine geçen Kassit kral listesi 32 kişiliktir. 
Krallık yönetiminde yer alan ilk temsilciler şunlardır: 
Gandi (732–1717) 
I. Agum (1716-1695)
I. Kostilos (1694-1673) 
Uschcsi (1672-1665)

Kaynaklar:
- Bir El Kitabı Kürtler- Mahrdad R. Izady, Doz Yayınları
- Kürtlerin İlk Çağ Tarihi - Torî, Berfîn Yayınları
- Kürdistan Tarihi - M.Emin Zeki
- Kürtler - Bazil Nikitin
- Geçmişten Bugüne Kürtler ve Kürdistan - Kemal Burkay,
Deng Yayınları
- İslamiyete Kadar Kürdistan Tarihi - Etem Xemgîn
- Kürt Tarihi ve Uygarlığı- Cemşid Bender
- Türkler, Kürtler, İranlılar - Prof. Egon Freiherr Von Eickstedt
- Kürdistan Kısa Tarihi - Ekrem Cemil Paşa

KASSİTLER

Kassit’ler veya Kas’lar,
M.Ö. 1680 – 1160 arasında Zagros (Van bölgesinde, İran-Irak sınırında) dağlarından güneye inerek Mezopotamya'da devlet kuran dağ kavmi. 
Üçüncü Ur sülâlesi ve Birinci Babil devleti zamanında Kassitler, asker, işçi, kö­le olarak veya atlarını satmak üzere Babil bölgesine girmeğe başladılar. 
Kerkük ova­sında, bugünkü Süleymaniye dolaylarına yerleştiler, fakat sonra Babilliler tarafından batıya doğru sürüldüler. 
Mezopotamya'nın karışık durumundan faydalanarak Gandaş adlı bir liderin başkanlığında birleşti­ler, Fırat boylarından güneye inerek Babil bölgesini istilâ ettiler. 
Burada altı yüzyıl hüküm sürdüler, Sümer ve Akkad kültürle­rinin büyük ölçüde etkisi altında kaldılar. 
Zamanla kendilerini Mezopotamyalı sayma­ğa başladılar. 
Bu devirde Kassit tahtına Agum (hük. 22 yıl), Kastiliyaş I (hük. 84 yıl) ve Kastiliyaş II (hük. 22 yıl) adlı kral­lar geçti. 
M.Ö. XVII. yy.ın başlarında kassit tahtına geçen kralların önemli bir faaliyeti görülmez. 
Bu yüzyılın ortalarına doğru Kassit tahtına Agum II adlı bir kral geçti. 
M.Ö. XVI. yy.da Kassit dev­letinin başına geçen krallar şunlardır: Bar­naburiaş I, Kastiliyaş III, Ulam Buriaş, Agum III (Amenofis III ile çağdaştır). 
Bu son kral zamanında Kassitler geniş bir yapım faaliyetine giriştiler; kanallar açtılar, sulama sistemini geliştirdiler. 
Agum III dış siyasete de önem verdi; Mısır ile siyasî ilişkiler kurdu. 
M.Ö. XV. ve XIV. yy.larda Kassitlerin başına Kadaşman Har­be (1410 – 1396) geçti; sonra sırayla Kuri­galzu I, Kadaşman Enlil I, Burnaburiaş II (1367 – 1346), Kadaşman Harbe II, Kurigal­zu II (1343 – 1321), Nazi Muruttaş (1320 – 1295), kral oldular. 
Kassitlerin Elamlıler ve Asurlularla yaptıkları sürekli mücadele­ler ön Asya'nın tarihî gelişimi bakımından önemlidir. 
Mısırlılarla dost geçinen Kas­sitler, Suriye üstünde hak iddia etmekten vaz geçtiler, fakat buna karşılık gerek Elam'ın ve gerekse Asur ülkesinin hâkimi ol­mak istediler. 
Fakat Mitanni krallığının yı­kılmağa yüz tutması üzerine yeniden ba­ğımsızlığını kazanan Asur devletine karşı, siyasî ve askerî bir üstünlük sağlayamadı­lar. 
M.Ö. XIII. yy.da Kassit tahtına şu kral­lar geçti: Kadaşman Targu (1294 – 1278), Ka­daşman Enlil (1277 – 1271), Kudur Enlil (1270 – 1263), Şagarkti Enlil (1263 – 1250), Kastiliyaş IV (1243 – 1242), Enlil Nadir Şumi, Kadaş­manı Harbe (1241 – 1238), Adad Şum İddina (1241 – 1238), Adad Şum Naşır. M.Ö. XIII. yy.ın son çeyreğinde Kassit kralı Kaştiliyaş IV, Asur kralı Tikulti Ninurta I'e yenilince, Babil şehrinin hâkimiveti Asur'a geçti. 

A­sur kralı Tikulti Ninurta I'in ölümünden sonra Kassitler kısmen bağımsızlıklarını kazandılar, hatta bir süre için Asur'u nü­fuzları altına aldılar. 
Fakat bu başarı çok uzun sürmedi ve M.Ö. 1160 yıllarında Mezopotamya'daki Kassit hâkimiyeti büsbütün ortadan kalktı.

Devlet idaresi. 
M.Ö. II, binyılda Kassit­lerin idaresi altında bulunan Aşağı Mezopotamya'da, Hitit ve Mitanni devletinin i­daresine birçok noktada benzeyen feodal nitelikte bir devlet teşkilâtı vardı. 
M.Ö. 1750 ile 1450 arasında, tam bir feodal dev­let düzeni görülür. 
Fakat M.Ö. XV. yy.ın ortalarından itibaren kültür bakımından ol­duğu gibi, devlet idaresi bakımından da Kassitler, Babil'in etkisi altında kaldılar. 
Babil'in merkeziyetçi ve bürokratik idare sistemini feodalizmle birleştirerek değişik bir devlet düzeni ortaya koydular. 
Babil'de oturan kral ve Nippur eyaletinin «guenna» a­dını taşıyan valisi asıl yönetici durumun­daydılar. 
Kassit hâkimiyetinin sonlarına doğru Nippur'da guenna'lar ile birlikte mer­kezileştirilmiş idare sistemi de ortadan kalktı: mutlak hâkim, kral oldu.
Kassitlerde her çeşit toprak ürününden yün, deri ve yağ gibi maddelerden belirli bir miktar vergi alınırdı. Birçok kimse devlet çift­liklerinde ve imalâthanelerinde angarya iş­ler görmek zorundaydı.

Dil ve edebiyat. 
Kassit kralları, kitabele­rinde Mezopotamya çivi yazısını ve sami dilini kullandılar. 
Babil edebiyatına büyük bir önem veren Kassitler, edebî eserleri devlet eliyle toplattırarak resmî nüshalarını çıkarttılar. 
Bazı kassit bilginleri akkad dili üzerinde de inceleme yaptılar. 
Bunun ya­nında bazı krallar Sümer dilinde kitabeler yazdırarak Kassit diliyle akraba olduğu an­laşılan bu dili canlandırmak istediler. 
Da­ha sonraki Kassit belgelerinde samî adları yerine Sümer, Elam ve Hitit adlarının kul­lanılmış olması da bunu doğrulamaktadır.

Din. 
Kassitler Babil'in en büyük tanrısı Marduk'u koruyucu tanrı olarak saymakla birlikte, kendi tanrılarını da ihmal etmedi­ler ve yazıtlarında bunlardan daima söz et­tiler.  
Fakat yerli halk tarafından hiç bir za­man kabul edilmeyen bu tanrılar, Kassit hâ­kimiyetinin yıkılmasıyla ortadan kalktı.

Güzel sanatlar. 
Kassit kralları Mezopo­tamya'da büyük bir yapım faaliyeti gösterdi­ler, büyük şehirlerde cepheleri süslü tapınak­lar ve saraylar yaptırdılar. 
Kassit sanatının karakteristik eserleri olarak «kudurru» adını taşıyan taş steller gösterilebilir. 
Tarla sınırlarında yahut tapınaklar içinde duran ve arazi veya emlakını belirli kişilere, birtakım imtiyazlar ve vergi muafiyetleriyle birlikte verilmiş olduğunu bildiren bu steller, yal­nız sanat bakımından değil, dil ve sosyal teşkilât bakımından da son derece önemli yer tutar. 
Kassit devrinde yapılan mühür­lerde Hammurabi devri mühürlerine benze­yen birtakım resimler bulunmaktadır. Fakat Kassit hâkimiyetinin ortalarına doğru resim­ler özelliğini kaybetmiş; resimleri çevrele­yen çerçeve kalınlaştırılmış ve büyütülmüş­tür. Kaynak: Meydan Larousse

 

BABİL KRALLAR LİSTESİ

Orta Tunç Çağı[değiştir]

Erken Amorî Şehir-Devletleri[değiştir]

Larsa'nın Kralları[değiştir]

Babil İmparatorluğu (Orta Tunç Devri)[değiştir]

Babil'in 1. Hanedanı[değiştir]

First Dynasty of Babylon (ca. (1728–1531 BC)

Denizkara Hanedanı (Babil'in 2. Hanedanı)[değiştir]

Bu hükümdarlar sadece Babile değil, güneyinde kalan Sumer bölgelerine de hükmettiler. Yine de geleneksel olarak Babil'in 2. Hanedanı olarak adlandırıldıklarından ötürü burada bahsedilmeleri uygun olmaktadır.

Erken Kassidî Kralları[değiştir]

Bu hanedan aslında Babil'e hükmetmemişti. Fakat, onların geliştirdiği numaralama sistemi daha sonraları Babil'deki Kassit kralları tarafından kullanılmış olduğundan dolayı burada listelenmişlerdir

Geç Tunç Çağı[değiştir]

Kassitler Hanedanı (Babil'in 3. Hanedanı)[değiştir]

Dosya:Kassite Babylonia EN.svgKassite Dynasty (ca.1374–1155 BC)
Dosya:Kudurru Melishipak Louvre Sb23.jpgKing Meli-Shipak presents his daughter to the goddess Nanaja

Demir Çağı

Babil'in 4. Hanedanı, (Isin'den itibaren)[değiştir]

Babil'in 5. Hanedanı

Babil'in 6. Hanedanı

Babil'in 7. Hanedanı

Babil'in 8. Hanedanı

Babil'in 9. Hanedanı

Babil'in 10. Hanedanı (Asur)

Babil'in 11. Hanedanı (Yeni Babil İmparatorluğu / Keldani)

Dosya:Median Empire.jpg
Yeni Babil İmparatorluğu 
and neighbors, ca. 600 BC

Pers Babil[değiştir]

Babil MÖ 539 yılında Medler'in kralı Büyük Kiros tarafından fethedildi. Bir yıl sonra oğlu Babil kralı olarak tahta çıktı.

Hellenistik Babil[değiştir]

Babil MÖ 330 yılında Büyük İskender, MÖ 141 yılında ise Partlar tarafından fethedildi.

Ayrıca bakınız