6 Temmuz 2013 Cumartesi

AMURRU GÖÇLERİ

İmparatorluğu gibi büyük bir dünya devleti olmayıp, memurların yönetimine dayalı milli bir
devlettir. Babil kenti, devletin başkenti yapılmış ve bundan sonra kurulan Babil devletlerinin
de merkezi olmuştur.149
Hammurabi dönemi, Eski Babil'in doruk noktası olmuştur. Bu dönemde, Sümer,
Akkad, Elam, Gutiler ve Amurrular'ın bir araya gelmeleri sonucu oluşan ırklar karışımında,
küçük bir azınlık durumuna düşen Sümerler, zamanla Samîler içerisinde eriyip gitmişlerdir.
İyi bir komutan ve idareci olan Hammurabi bütün gücüyle Mezopotamya'yı
Samîleştirdi. Babil kültürünü Mezopotamya kültürü durumuna getiren bu kralın döneminde
görülen siyasal ve sosyal alandaki çalışmalarla ilgili yazılı belgelerin çokluğu bilimsel açıdan
geniş bir bilgi birikimi sağlamaktadır.150
Hammurabi, Mari bölgeleri ile Asur ili de dahil olmak üzere bütün Subaru'yu, Elam'ı,
aşağı denizden Amurru’ya ve yukarı denize kadar olan ülkeleri ele geçirmişti. Büyük Akkad
Devleti’ni yeniden canlandırmıştı. Bu büyük başarı kendisine Sümer-Akkad kralı, dört iklim
hükümdarı, cihan imparatoru gibi ünvanlar kazandırmıştır. Hammurabi, sonraları bunlara
ek olarak Martu Addası yani Amurru atası ünvanını da aldı.
Amurrular’ın bütün Sinear'a hâkim olmaları, büyük tarihi sonuçlara neden oldu.
Sümerler, Akkadlar, ElamIar, Guti'ler gibi çeşitli kavimleri barındıran Sinear, yeni gelen
Amurru dalgaları ile çeşitli ırkların karışmasına neden oldu. Burada tarihin tanımış olduğu
eski medeniyeti kuran Sümerlerle bu medeniyete benzeyen Akkadlar, Elamlar ve Gutiler, yarı
bedevi, haşin, yırtıcı, yağmacı ve bilhassa mütevazi bir devletin karışık ve çeşitli özelliklerine
sahip olan Amurrular’ın hakimiyeti altına düşmüşlerdi. Eski bir kültüre sahip ve medeni
kanunlara uymaya alışkın olan Sinear Siteleri’nin yarı bedevî bir halkın hükmü altına girmesi,
beraberinde şu sonuçları getirdi:
148 R. Yıldırım, Önasya Tarih ve Uygarlıkları, s.35
149 E. Memiş, Genel Tarih, s.140.
150 R. Yıldırım, a.g.e., s.35

1- Sümerler’le Akkad'lar arasında binlerce seneden beri devam eden rekabet ortadan
kalktı.
2- Azınlıkta kalan medeni Sümer milliyeti, Sami dalgaları içinde kayboldu.
İstilacıların zulümlerine dayanamayan Sümerlerden bir kısmı da vatanlarını terk ederek, etrafa
dağıldılar. Geride kalanlar ise çoğunluk içinde pek bir varlık gösteremediler ve zamanla
onlara benzemeye başladılar.
3- Binlerce senelik bir medeniyet meydana getirmiş olan bu kavim, böylelikle tarih
sahnesinden çekilmiş oldu. Ancak, manen asırlarca varlığını sürdürdü.
Öteden beri Sümer-Akkad ili Kalde adıyla anılan Sinear da bu zamandan sonra
Amurrular’ın payitahtıyla ilişkili olarak Babilistan adını aldı.
Hammurabi, bütün Sinear'ı Samîleştirmek için çok çalıştı. Sümer-Akkad illerindeki
eski siteler, Babil’in karşısında fazla direnemediler. Bütün bu şehirlerin güzellikleri Babil’de
toplandı. Yani Babil başkent oldu. Babil halkının kalabalıklığı, mabetlerinin, saraylarının
görkemi ile yakın şarkın en güzel şehri oldu.151 MÖ. 18. Yüzyıl’da Sümer ve Akkad’ı
birleştiren I. Babil Devleti Samî ırktan olduğu için, krallığın resmi dili de Akkadça oldu.152
Bu siyasi yeniliğin derin anlamını anlatabilmek için, dini sahada da bir inkılâp yapıldı.
Sami Akkad'lar devrinde bile muhteşem mevkiini koruyabilen Sümer'lerin Enlil’i,
imparatorluk tapınağı olmak mevkiinden düşürüldü. Ona ait an'anevî ayrıcalıklar Babil
tapınağı Marduk'a verildi.
Bu dini inkılâp siyasî inkılâptan daha önemliydi. Akkad krallarından Sargon ve
Naram-Sin bile buna cesaret edememiştir. Kendilerine hükümdarlık tacını bahşedenin Enlil
olduğunu ve onun vekili sıfatı ile saltanat sürdüklerini ilân etmeye mecbur kalmışlardı. Fakat
Sinear üzerinde büyük bir otoriteye sahip olan ve bu gücüne güvenen Hammurabi, böyle bir
şeye gerek görmemiştir. Sümer-Akkad unsurları ile beraber Enlil'i de iktidardan atmıştır.
Hammurabi döneminde Amurru İmparatorluğu’nun sınırları, Sargon devrindeki Akkad
Devleti sınırlarıyla aynı idi. Amurrular Sümer, Akkad ve Elam illerini kılıç kullanarak
almışlardı. Fakat Suriye ile Filistin'e hâkim olmak için silahlı gücünü kullanmaya mecbur
kalmadılar. Bu bölgede çoğunluğu oluşturan ırktaşları, bir şart göstermeksizin Babil kralını
tanıdılar.
Hammurabi, İran Dağları’ndan Suriye ötelerine kadar uzanan geniş bir bölgeye
hükmediyordu. Bu imparatorluğun merkezi Sinear'dı. Amurrular buraya da kuvvetle güç
kullanarak hâkim olmuşlardı. Fakat imparatorluğun devamı için, Sinear'ın çeşitli unsurlarına,
151 Ş. M. Günaltay, Yakın Şark Elam ve Mezopotamya, s. 513,515
152 E. Memiş, Genel Tarih, s.169

askerî kudrete dayanarak hâkim olmak yeterli değildi. Zamanla bu güç yok olabilirdi. Sürekli
bir egemenliği sağlamak için, memlekette idari birliği de gerçekleştirmek gerekirdi. Bu
yüzden, kuvvetli bir kültüre sahip olan ve belirli kanunlara uymaya alışkın bulunan medeni
şehirlilerle, hâkim unsuru teşkil eden yarı medeni Amurrular’ın sosyal, hukuki ve medeni
durumlarını telif ve tanzim, memurların vazifelerini dikkatli bir itina ile yapmalarını temin
etmek gerekiyordu.
Hammurabi'nin bu ihtiyaçları pek güzel anlamış olduğu görülüyor. Tarih bize
Hammurabi’yi, iyi bir kumandan, kudretli bir teşkilâtçı, güçlü bir idare adamı olarak
tanıtmaktadır. Son zamanlarda gün yüzüne çıkarılan idari mektupları ile kanun mecellesi bu
hususlara işaret etmektedir.
Elam hükümdarlarından Şutruk-nahhunte, Mezopotamya'yı istilâ ettiği zaman, yağma
edilen mallar arasında bu taşı da Sippar’dan (şimdiki Abu Habbe) alarak Sus'a götürmüştür.
Taşın yüksekliği 2,25 metredir. Sütunun üstünde tanrı Şamaş ile Hammurabi'nin tasvirlerine
de yer verilmiştir. Bu tasvirde oturmakta olan güneş tanrısı Şamaş’ın, kanun kitabını, ayakta
duran Hammurabi'ye verdiği görülmektedir.
Eski devirlerin çok kıymetli bir abidesi olan bu taşın küçük bir bölümü eksik olmakla
beraber, diğer yerleri tamamdır. Taş üzerinde 16’sı önde tasvirlerin altında, 28’i arkada olmak
üzere yukarıdan aşağı işlenmiş 44 yazı sütunu vardır. Hammurabi kanunu, Eski Sümer
Siteleri’nde uygulanan yasaların bir karışımıdır. Hammurabi, ilmi bir sistem dairesinde olmamakla
beraber, bunları bir araya toplamış ve ayırmıştır.
Hammurabi, Sümerler’in çok iyi kavradığı idari, toplumsal, hukuki ve askeri kuralları,
yasaları yeni duruma uyum sağlayacak, yeni ihtiyaçlara cevap verecek bir şekilde toplamak
kudretini göstermiş bir devlet adamıdır. Hammurabi mensup olduğu I. Babil Devleti’nin
kurulmasından çok önce, Sümer sitelerinde ve özellikle Larsa'da, Ur'da aynı kanunların, aynı
kuralların mevcut olduğu ve uygulandığı bugün anlaşılan ve bilinen bir gerçektir. Larsa, Uruk,
ve Ur krallarının Hammurabi’nin mektupları ile kanunlarına temel olan fermanları, bugün
elimizdedir. Eski Sümerler’e ait olan kanunlar ise iki farklı dilde yazılı olarak Asurbanipal’ın
meşhur kütüphanesinde bulunmuştur. Hammurabi, Sümerler’in önceden beri uygulanmakta
olan idari temellerini, yazılı bulunan kanunlarını, Sümer krallarının bu hususlara dair çıkarmış
oldukları fermanları toplayarak, zamanındaki durum ve ihtiyaçları, Amurrular’ın fikir ve
eğilimlerini de dikkate almak şartıyla kanun kitabını hazırlamıştır. Hammurabi bu kitaba ilâhi
bir değer vermeyi ihmal etmemiş, onu tanrı Şamaş’a atfetmiştir.
Sümer kanunları, toplumsal seviyeleri, gelenekleri, eğilimleri ile hak ve hukuku bir
olan tek bir unsura mahsustu. Aslında Hammurabi devrinde, Sinear çeşitli unsurlara mensup

ve farklı seviyede bulunan kavimlerden oluşmaktadır. Buna rağmen, Hammurabi bu unsurlar
için hiçbir ayrıcalık tanımamıştır. Daha doğrusu bunları ayırt ederek her biri için ayrı
uygulamalar tespit etmek gücünü gösterememiştir. Bütün bu çeşitli grupları homojen bir
toplumsal yapıya isim ve hepsi için tek bir kanun yapmıştır.153
Gerçi, bu yoldaki harekette, medeniyetten biraz uzak kalmış Amurru kalabalığını,
kültürlü Sümerler seviyesine yükseltmek, siyaseten ileri, kültürü yüksek olan Samîleri, Sami
çoğunluk içinde eritmek amaçlanmıştır. Fakat, bazı şeylerden arındırılmış ve ihtiyaçlara daha
uygun olması gereken Hammurabi kanunlarında bedevî Amurrular’ın gelenek ve eğilimlerine
ait derin izler bulunması, böyle bir amaç takip edilmiş olması ihtimalini çürütmektedir. Sümer
kanunlarına oranla Hammurabi mecellesinin cezalara ait hükümlerinde görülen şiddette
Amurru kanunlarının kuvvetli tesirlerini seçmemek mümkün değildir.
Amurru gelenek ve görüşleri yalnız kanunlarda değil, I. Babil Devleti’nin
kurulmasında da çok etkili olmuştur. Hammurabi'nin kendisine bazen mabut Sin'in, bazen de
Amurrular’ın takdis ettiği Dagarfın oğlu dediğini, güneş mabudu Şamaş gibi (Karabaşlar)
yani Samîler üzerine yükselmiş olması ile gururlandığını görüyoruz.154
Hammurabi kanunları, siyah diyorit taşından yapılmış bir stel üzerinde yazılı olarak,
Sus şehri kazılarında ele geçirilmiştir. Bu stelin Sus şehri kazılarında bulunması, Elam kralı
Şutruk-Nahhunte'nin MÖ. 12.yüzyılda Babil'i işgal ettiği zaman, söz konusu taş abideyi,
ganimet olarak Sus'a götürmüş olabileceği şeklinde açıklanmaktadır. Fakat son zamanlarda,
Hammurabi'nin hâkim olduğu bütün büyük şehirlerde bu kanunların yazılı olduğu birer stel
diktirildiği şeklinde yeni bir yorum yapılmıştır.
Hammurabi kanunları, bir prologu (önsöz) izleyen 282 kanun maddesi ile bir epilog
bölümünden oluşur ve bu bakımdan eski Sümer kanun yazıcılığına uygun bir şekilde kaleme
alınmıştır. Louvre Müzesi'ndeki çivi yazılı tabletler koleksiyonu arasında, Hammurabi
kanunlarının prologu bir tablette yazılı olarak bulunduğundan, bu durum, kanunların uzun ve
zor çalışmaların ürünü olduğunu göstermektedir.
Hammurabi, kanunlarının önsözünde, kendisinin Tanrı Anu ve Enlil tarafından
insanları mutluluğa kavuşturmak için seçildiğini şu şekilde ifade etmektedir:
“Hammurabi'yi, tanrılara köle olmakla şereflenen prensi, memlekette adaleti hâkim
kılmak, huzursuzluğu ve kötülükleri kaldırmak, acizleri zorbalardan korumak için
tanrılar seçtiler”.
153 Ş. M. Günaltay, a.g.e., s. 517,518
154 Ş. M. Günaltay, a.g.e., s.519

Akkadça olarak yazılan Hammurabi kanunlarının prolog ve epilog bölümleri, Eski
Babil edebiyatının en mükemmel nesir örneklerinden birini teşkil eder. Hatta bazılarına göre,
“Eserin edebi kıymeti yanında hukukî değeri gölgede kalmaktadır”.
Hammurabi, kanunlarının önsözünde ünvanlarını sayarken, “Yaratılışı tayin eden
tayin eden Ulu Tanrı Enlil, Ea'nın oğlu Marduk için, tanrı korkusu olan
ben Hammurabi'yi, memlekette adaleti tecelli ettirmem için, insanların üzerinde
güneş gibi tecelli etmem için, insanların bedenini rahat ettirmem için, Anu ve Enlil
adımı andılar. Enlil'in çağırdığı Hammurabi'yim ben” demektedir. Bu ifade tahlil
edilirse, ilk defa bir “insan” ve onun refahı, huzuru için çalışan, onu koruyan bir “çoban
kral” kavramı görülür. Ünvanlarında bile bu düşünce hakimdir: “Uruk halkına bol su temin
eden” O'dur. “Mari ve Tuttul halkını gözeten" O'dur. “Malku halkını sıkıntıdan koruyan”
da O'dur. Böylece halk ile burjuvazi sınıfı ilk defa bu kral zamanında karşımıza
çıkmaktadır. Yani Hammurabi, eskiden mevcut olan kanunları sistemleştirirken, birey ve
toplum hukukunu ayırmak suretiyle yeni bir ıslahat gerçekleştirmiştir. Bu yüzden
Hammurabi, sadece bir kanun koyucu değil, aynı zamanda büyük bir reformcudur.
Diğer taraftan Hammurabi, kanunlarında ilk defa borçlar hukukunu ele almak şartıyla
halkı, burjuvaziye karşı korumuştur. Kanunlarında mimarın, hekimlerin ve işçinin
gündeliklerini ve ücretlerini tespit etmesinin gerekçesi, yine halkın korunması fikrinden
kaynaklanır. Borçlular, alacaklılara karşı korunur. Borcunu veremeyen köylünün malını ve
hürriyetini müsadere etmek hakkı, zengin tüccarın elinden alınır. Köylüye faizsiz olarak
borcunu gelecek yılda ödeme hakkını tanır.
Bununla beraber Hammurabi kanunları, Sümer kanunları ile karşılaştırıldığında, bazı
maddelerin eski Sümer kanunlarından alındığı veya hiç olmazsa eski Sümer Kanunlarının göz
önünde tutulduğu görülür.
Hammurabi kanunları ile ilgili bahsi bitirmeden evvel, bu kanunlarda yer alan ceza
hukuku hakkında da biraz bilgi vermenin yararlı olacağını düşünüyoruz.
Hammurabi, Martu (Ammurru) bedevilerinin, medenî şehirlerde yerleşmiş geleneklere
uyabilmeleri için, yeni kanunlar çıkarmak ihtiyacını duymuştu. Bu amaçla, Mezopotamya'da
mevcut eski kanunların hepsi gözden geçirilmiş ve neticede yeni bir sistem uygulanarak bir
codex (mecelle) meydana getirilmiştir.
Martu bedevilerini eski alışkanlıklarından vazgeçirmek ve şehir hayatına alıştırmak
amacıyla, Hammurabi kanunlarında cezalar son derece ağır ve şiddetlidir. Örneğin mabetten
bir şey çalmanın cezası ölümdür (madde 6). Hırsız yakalanırsa, çaldığı mallar fazlası ile
ödetilir, vermezse ölecektir. Çalınmış mala yataklık eden veya onu satın alan kimse de

öldürülecektir. Çocuk çalmanın (madde 14), yalancı şahitlik yapmanın (madde 3), iftira
etmenin (madde 1) cezası ölümdür. Bunların yanında, Hammurabi kanunlarında suçlunun
bileğini kesmek (madde 253), hayvanla sürüklemek (madde 256), suya atmak (madde 143)
gibi, ağır öldürme şekilleri görülür. Bütün Sami kavim geleneklerinde görülen "talion" yani
"kısasa kısas" prensibi, Hammurabi kanunlarının da esasını teşkil eder. Madde 200'de :
"Eğer bir adam, kendi sınıfından bir adamın dişini kırarsa, onun da dişini kıracaklardır".
Madde 196'da ise: "Eğer bir adam, hür bir adamın gözünü kör ederse,
onun da gözü çıkarılır" denilmektedir. "Başarısız bir hekim, hastasının gözünü kör
ederse, hekimin elleri kesilecektir" (Madde 218)
Bu maddelerde de görüleceği gibi, bütün kanun paragrafları "eğer" kelimesi ile
başlıyordu. İlk defa Sümer kanunlarında görülen bu sistem, muayyen suçlar için düzenlenmiş
kalıplardan ibarettir.
Hammurabi kanunlarının ilkel noktalarından biri, bizim anladığımız manâdaki hukuk
kavramı ile belediye nizamnamelerinin birbirine karıştırılmış olmasıdır. Eskiçağlarda kanun
koyucular, toplumun bir tür çıbanları olan tefeciler, dolandırıcılar ve vicdansız kişilerle ancak
kanun yoluyla savaşmaya çalışmışlardır. Bunun için, Eski Doğu kanunlarında fiyat tarifeleri,
narhlar görülür. Serbest meslek dediğimiz hekim, mimar vb. kişilerin ücretleri tespit edilir,
kiralar dondurulurdu (madde 196,273). Aynı gerekçe ile askerlikle ilgili hükümler de
Hammurabi kanunlarında yer almıştır. Çünkü, Hammurabi'nin devleti, gücünü ordudan
almakta idi.
Fakat, Hammurabi kanunlarında en göze batan şey, fertlerin kanun karşısında eşit
olmamalarıdır. Bu da toplumdaki insanların bir takım sosyal sınıflara ayrılmasının doğal bir
sonucu olarak kabul edilmelidir.155
Hammurabi’nin bizzat kendi tarafından dikte ettirilmiş olan birtakım mektupları da
bulunmuştur. Bu mektuplar, Babil hükümdarının fikirlerini, projelerini, o devrin idarî, içtimaî
ve hukukî vaziyetini belirlemek kanun mecellesi kadar ehemmiyetlidir.
Örneğin, Hammurabi'nin valilerinden birine yazmış olduğu bu mektuplar, temeli
Sümer'ler tarafından kurulmuş olan devlet teşkilâtının mahiyetini, halkın hükümete,
hükümetin halka karşı vazife ve sorumluluklarını, hükümdar ve memurlarının genel
hizmetlerin gerçekleşmesi yolunda ne gibi şeylerle meşgul olduklarını göstermek itibariyle
tarihî büyük bir kıymete haizdir.156
155 E. Memiş, Genel Tarih, s,153-155
156 Ş. M. Günaltay, a.g.e. s.519

Örneğin, Hammurabi eski yerel yöneticileri şehirlerin başlarından alarak, yerine
kendisine bağlı valiler atayıp, Babil'in merkez ve taşradaki yönetim birimlerinin sağlıklı bir
biçimde işleyebilmesini sağlayacak bürokratik kadrolar oluşturdu. Devletin başında kral
olarak kendisi yönetimi tek elden yürüttü.
Tarihte kanunlarıyla ünlü olan Hammurabi'nin bu yasaları bölgesel devletten
imparatorluğa geçiş sürecinde, bölgelere göre değişmeyen örnek bir hukuk ve yönetim
anlayışı kurmak için yaptırdığı tahmin edilmektedir. Hammurabi'nin bu yasalar derlemesini
MÖ. 1750'li yıllarda oluşturduğu ileri sürülür. Bu derleme, giriş, temel yasalar ve sonuç
olarak üç bölümden oluşur. Giriş bölümünde ülke yararına yaptığı işleri sıralayarak övünen
Hammurabi, adaletli bir kral olduğundan, büyük kanallar ve binalar yaptırdığı için halkın
kendisine olan güvencim artırdığından söz eder.
Kralın yargıçları da, ellerinde Hammurabi yasalarıyla, ülkeye yayılmışlardır. Ayrıca
bu yasa derlemesinden ve Hammurabi'nin valilere sık sık yazdığı mektuplardan anlıyoruz ki,
tüm ülkede malların pazarlardaki satış fiyatları da belirleniyordu. Merkezi iktidarların tüm
ülkeyi denetlemesini sağlayan araçlar olarak, bürokrasi, hukuk ve sabit pazar fiyatları
geliştirilmişti.157
Fakat gerek bu mektuplarda ve gerek kanun mecellesinde görülen esasların Amurru
Samîleri’nin içlerinden doğmuş prensipler oldukları, I. Babil Sülâlesi devrinde orijinal yeni
fikirler görülememesi, sanat hususunda da ilerleme değil, aksine bir gerileme gözlenmiştir.
Bu devirde dini sahada bile hiçbir orjinalite, hiçbir yaratıcılık görülememektedir.158
Hammurabi'den sonra iç isyanlar ve dışardan gelen Kassit saldırıları yüzünden Babil,
fazla uzun ömürlü olmamıştır. I. Babil Devleti, Hitit Kralı I. Murşili tarafından MÖ. 1550'de
ortadan kaldırılmış, kentin zenginlikleri yağmalanmış, halkı Dicle boylarına sürülmüştür.159
Fakat Hititler'in de bu ülkede uzun süre kalamayışlarından doğan boşluktan yararlanan Kaslar,
Babil topraklarına hâkim oldular.160 Eski Babil Devleti’nin yerini Kaslar aldıysa da, bunlar da
MÖ. 1100’lerde Asurlular tarafından yıkılmışlardır. Daha sonraki yüzyıllarda kurulan Yeni
Babil Devleti de, Yunan tarihçisi Herodotos'tan öğrenildiğine göre, MÖ. 539 yılında Persler
tarafından ortadan kaldırılmıştır.161
157 R. Yıldırım, Önasya Tarih ve Uygarlıkları, s.35,36.
158 Ş. M. Günaltay, a.g.e., s.519
159 E. Memiş, Genel Tarih, s.140.
160 R. Yıldırım, a.g.e., s.36.
161 E. Memiş, Genel Tarih, s.140.
6. İSİN – LARSA DEVRİ
III. Ur Sülalesi’nin yıkılmasından sonra (MÖ.1960) Mezopotamya'nın siyasi haritasının
tamamen değiştiğini görüyoruz. Akkadlarla başlayan Büyük bir Cihan devleti ideali
yok olmuş, onun yerine, zamanında Ur’a bağlı bulunan hemen her şehirde küçük bir krallık
kurulmuştu. Belki de bu krallar, özellikle Elam kralı tarafından uygulanan "Parçala ve
hükmet" kuralına göre hareket etmişlerdir. Savaşlardaki hizmetlerine karşılık valilere bağımsızlık
verilerek, aralarında çıkacak anlaşmazlıklardan yararlanmak düşünülmüştür.
III. Ur Sülalesi’nin yıkılmasıyla başlayan bu dönemde, eski ve büyük şehirlerin
birçoğu önemini kaybetmiştir. Öte taraftan, eski devirde küçük bir kasaba olan bazı şehirler
ise önem kazanmışlardır. Örneğin, Er sülaleler devrinden bu yana var olduğu bilinen ve III.
Ur krallarına merkez olan Ur şehrinin yakılıp yıkıldığını, halkın büyük bir kısmının başka
yerlere kaçtığını göz önüne getirebiliriz. Ancak, Ur şehri o dönemlerde nehir kenarında işlek
bir liman olduğundan, bu devirde de önemini koruyacaktı. Buna karşın Ur'un kuzey
batısındaki tarihi Uruk şehri ömrünü tamamlamıştı. Uruk daha sonra Singaşid isminde bir
Martu şeyhinin eline geçmiştir. Ancak zamanla önemini kaybetmiştir. Fırat ve Dicle
nehirlerinin arasında bulunan Girsu (bugünkü Telloh) ve Lagaş (Tel el Hiba) Umma,
Şuruppak, KİŞ ve Adab gibi eski devirde ünlü Sümer sülalelerinin yaşadıkları şehirler, bu yeni
devirde yıldızları parlayan İsin ve Larsa şehirlerinin tebası olmuşlardı.
III. Ur sülalesinin çökmesinden sonra Mezopotamya şehirlerindeki halkta da bir
değişme meydana gelmişti. Memleketin en eski halkı olan Sümerler, artık siyaset dünyasından
kesin olarak çekilmelerine rağmen, hâlâ önemli bir kitle teşkil ediyorlardı. Akkadlar da
Sümerleşmekle beraber, kendi dillerini konuşuyorlar ve yazıyorlardı. Elam savaşlarından
sonra güneyde Elam işgal kuvvetlerinin bulunduğuna da şüphe yoktur. Elam sülalesi dönemin
sonlarına doğru Larsa şehrinde üslenecekti. Bütün bu etnik unsurlara şimdi bir de Batı Sami
bir lehçe konuşan Martu (Amurru) bedevileri eklenmişti. Örneğin, bu döneme adlarını veren
İsin ve Larsa sülalelerini kuranlar Amurru Samîleri’nden idiler.
III. Ur Sülalesi’nin yıkılmasından sonraki iki asrın tarihi bu iki şehrin etrafında
meydana gelecekti. Öyle ki bu iki şehrin tarihini ayrı ayrı incelemeye imkân yoktur. Bu iki
şehir devleti sonuna kadar birbirleriyle mücadele edeceklerdi. Bu mücadelenin iki önemli
sebebi vardı:162
1- Nippura hakim olmak
2- Basra körfezi ticaretini elde tutmak
162 F.Kınal, a.g.e., s.103

Bunlardan Nippur'un önemi, bu şehrin Sümerlerin baş tanrısı Enlil’in tapınma merkezi
olmasından ileri geliyordu. Zira halk Baş tanrının memleketi idare etmek için istediği bir şahsı
seçtiğine inanıyordu. Krallar halkın bu inancını kendi iktidarları için istedikleri gibi
sömürüyorlardı. Bunun dışında Nippur’da kralların taç giyme merasimi yapıldığından dolayı,
gerek bu törenler için, gerekse haç ziyaretleri için çeşitli yerlerden halk bu şehre geliyordu.
Böylece Nippur’un dini bakımdan olduğu kadar, iktisadi bakımdan da önemi büyüktü. İşte bu
nedenle İsin ve Larsa kralları da III. Ur Sülalesi’nin meşru varisinin kendileri olduğu
iddiasıyla, Nippur’a hâkim olmak istiyorlardı. Özetle söylemek gerekirse, Nippur hadisesi iç
politikada bir prestij meselesi idi.
Basra körfezi ticaretine gelince, İsin şehri için bu tamamen hayati bir öneme sahipti.
Bu devrin ekonomisine canlılık kazandıran Larsa iktisadi vesikalarının tetkiki göstermiştir ki,
III. Ur Sülalesi zamanında, (MÖ. 2060-1960) Elam (İran) memleketi ile cereyan eden ticari
rekabet, sonraları da aynı şekilde İsin ve Larsa krallıkları arasında devam etmiştir. Ne var ki
bu dönemde Elam’ı Larsa krallığı temsil edecektir. İsin krallığı ise Mari’li bir Martu olan
İşbierra tarafından kurulmasına rağmen, Yeni Sümer Devleti’nin yerini alacaktı.
İşte III. Ur sülalesinin MÖ. ca. 1960 senesinde çökmesinden Babilli Hammurabi
tarafından Mezopotamya'nın yeniden siyasi birliği kuruluncaya (MÖ. 1750) kadar geçen iki
asırlık tarihe, bundan yüzden "İsin-Larsa devri" adı verilmiştir. Ancak, Hammurabi’nin
mensup olduğu I. Babil Sülalesi, Yeni Sümer Devleti’nin yıkılmasından tam bir asır sonra
kurulacaktır. Babil şehrinin MÖ. 1950-1850 arasındaki tarihi henüz karanlıktır. Ancak MÖ.
19. Yüzyıl’ın ilk yarısında Babil, Asur, Mari şehirlerinde Amurit kökenli sülalelerin
kurulmasıyla birlikte Mezopotamya medeniyetine Samî kavimler de damgalarını basacaklardı.
İsin-Larsa dönemi boyunca her iki şehirde de sülale değişmeleri olduğunu göreceğiz.
Ancak, buna rağmen bu iki şehir arasındaki çekişme sürekli devam edecektir. Bu ard arda
meydana gelen savaşlar memleketin ekonomisini ve insan gücünü sürekli olarak
zayıflatıyordu. Bu durumdan, gözü daima Mezopotamya'nın bereketli topraklarında olan
Elam devleti yararlanacaktı.163
Bu devrin vesikalarına gelince, İsin-Larsa devrinin vesikaları ile Yeni Sümer Devleti
vesikaları arasında nitelik açısından bazı farklar vardır. Bunlar yeni devrin getirdiği sosyal
reformların, yeni ekonomik şartların doğal sonucu idi: Yeni Sümer Devleti, diğer eski Sümer
devletleri gibi, devletçilik esasına dayanan teokratik bir sosyalizm ile idare ediliyordu. Bu
sistemin gereği olarak, III. Ur sülalesi Dönemi’nin ekonomik vesikaları arasında arazi veya
163 F.Kınal, a.g.e., s.104

gayri menkul satışına dair bir vesika bulunmamıştır. Buna karşı İsin-Larsa döneminde tarla,
çayır, mera gibi taşınmaz malların alınıp satıldığını, kiraya verildiğini, miras bırakıldığını
gösteren yüzlerce vesika vardır.
İsin-Larsa dönemi ekonomik vesikaları devlet ekonomisi yerine, özel mülkiyet
ekonomisinin başladığını gösteriyordu. Bunun sonucu olarak Larsa'da birçok senet, kontrat,
makbuz gibi iktisadi hayatı yansıtan vesikalar bulunmuştur. III. Ur Sülalesi zamanında
gümüşle ödenen dış ticaret veya ithalata ait tek bir vesika bulunmadığı halde, bu yeni devirde
gümüşle ödenmiş bir dış ticaretin varlığı tespit edilmiştir.
Öte yandan Larsa iktisadi vesikaları Larsa'da yaşayan halkın sosyal durumu hakkında
da bizi aydınlatmaktadır. Özel mülkiyet ekonomisinin yarattığı şartların doğal sonucunda,
büyük şehirlerde küçük bir zümrenin zenginleştiği, halkın büyük kısmının darlık içinde
bulunduğu görülüyor. Bu yüzden, İsin kralları halkın borçlarının affedildiğine dair fermanlar
çıkarıyorlardı. Halbuki III. Ur sülalesi zamanında bu tür vesikaya rastlanmaz, Her ne kadar bir
İsin arşivi henüz bulunmamış ise de, vesikalar üzerindeki tarihlemelerden böyle bir devlet
arşivinin varlığı anlaşılıyor.
a) İsin Krallığı
Bugünkü İşan-Bahriyat harabelerinde bulunan bu krallık, İbi-Sin’in İsin valisi olan
İşbierra tarafından kurulmuştu. İşbierra, İbi-Sin'in 13. senesinden itibaren vesikaları kendi
adına tarihlemeye başladığına göre, bağımsızlığını MÖ. 1971 senesinde ilan etmişti. Larsa
valisi Naplanum ise İbi-Sin'in 8. idare yılında isyan etmişti. Gerçi bu iki eski valinin Elam
savaşları sırasındaki davranışları belli değildir. Ancak, pasif kalmaları bile, düşmana yardım
sayılırdı. Elam kralı savaştan sonra Ur'da yeterli miktarda bir işgal kuvveti bırakarak, kendisi
memleketine dönmüş olmalıdır. Çünkü, İsin kralı İşbierra, savaştan beş sene sonra Ur şehrini
Elamlılar’dan geri almıştı.
Kral listesine göre İşbierra 32 sene idare ettikten sonra MÖ. 1939’da yerine oğlu Şuiluşu
(MÖ.1939-1929) geçmişti. Onun oğlu İddin-Dagan (MÖ.l929-1909) ve torunu İşme-
Dagan (MÖ.1909-1890) da İsin'in sınırlarını kuzeye doğru genişletmeye çalışmışlardır.
Örneğin, İddin-Dagan’ın Der şehrini ele geçirdiğini bir sene ismiyle biliyoruz. İşme-Dagan’ın
Nippur’a da hâkim olduğunu, Nippurlular’ı askerlik görevinden ve vergiden affeden
fermanından anlamaktayız.
İşme-Dagan zamanında (MÖ. 1909-1890) İsin Krallığı’nın çok zor günler geçirdiği,
kralın bunlara karşı bazı sosyal tedbirler aldığı anlaşılıyor. Ancak, bu yenilik girişimi her
halde bir sonuç vermemişti. Çünkü, oğlu ve halefi Lipit-İştar (MÖ. 1890-1879) tarafından III.

Ur sülalesinin kurucusu Ur-Nammu döneminden itibaren yürürlükte olan kanunlar kaldırılmış
ve yeni kanunlar çıkarılmıştı.164
Ur-Nammu’dan iki yüzyıl sonra165 ve Hammurabi'den yaklaşık olarak 150 yıl önce
İsin Sülalesi’nin 5. kralı Lipit-İştar, İsin'de bazı yenilikler yapılmasını gerekli görmüş ve yeni
kanunlar çıkarmıştı. Yedi tablet üzerine yazılan bu kanunlar, Lipit-iştar ve sülalesi Samî
kökenli oldukları halde, Sümerce olarak yazılmıştı. Çünkü, son Sümer devleti olan III. Ur
Sülalesi daha yeni çökmüş olduğu için, halkın büyük çoğunluğu hâlâ Sümerli olmuş
olmalıdır.
Lipit-İştar kanunları, 1947 yılında R. Steel tarafından bulunmuş ve neşredilmiştir.166
Lipit-İştar bu kanunlarda büyük tanrılar olan Anu ve Enlil’in özellikle kendisini, memlekete
adaleti getirmesi, şikâyetçileri sürmesi, düşmanlarını ve isyancıları silah gücüyle sindirmesi,
Sümer ve Akkadlar’a iyi bir yaşam getirmesi için memleketin prensliğine seçtiklerini
öğünerek söylüyor.167 Önce, Lipit-İştar'a ait bir kaside olduğu zannedilen tabletin, bu
kanunların prolog kısmı olduğu anlaşılmıştır. Bu prolog genel olarak, Ur-Nammu kanunlarının
prologunun hemen hemen aynısıdır. Tek farklı yanı, sadece kişi ve yer adlarıdır.
Gerçekten, söz konusu kanunların prolog kısmında şu ifadeler yer almaktadır: "Tanrılar
babası büyük Anu ve memleketin kralı Enlil, kaderleri tayin eden bey, Anu'nun KIZI
Nin-İsinna'ya ....onun parlak alnı ... ve ... için... onlar Sümer ve Akkad krallığını ona
verdikleri zaman, onun şehri İsin'de Anu tarafından iyi idare yerleştirildi. Anu ve Enlil,
Lipit-îştar'ı, akıllı çobanı, memlekette adaleti kurmak, şikâyetleri durdurmak, Sümer'e
ve Akkad'a huzur getirmek için çağırdılar. Onun ismi Nunammir tarafından
söylenmiştir. Sonra ben Lipit-İştar, Nippur'un mütevazı Çobanı, Ur'un Yiğit çiftçisi,
Eridu'yu terketmeyen, U-ruk'un yakışıklı beyi, İsin kralı, Sümer ve Akkad'ın kralı,
İnanna'nın hoşuna gittim. Enlil'in emrini dinleyerek Sümer ve Akkad'a adaleti
yerleştirdim.
Nippur'un, Ur'un, İsin'in ve Sümer ve Akkad'ın kızlarının, oğullarının
hürriyetlerini sağladım. Onları, esirliğin boyunlarına yüklediği boyunduruktan kurtardım........
uyarak babayı çocuklarının sahibi yaptım.
Babanın evine ve biraderin evine ...... tim. Ben Lipit-İştar, Enlil'in oğlu, babanın evine
ve biraderin evine .......getirdim."
164 F. Kınal, a.g.e., s. 106
165 S. N. Kramer, Çeviren Muazzez İlmiye Çığ, Tarih Sümer’de Başlar, TTK Yayınları, s.87
166 E. Memiş, Genel Tarih, s.150
167 S. N. Kramer, a.g.e., s.87

Lipit-İştar kanunlarının epilog kısmı da, bütün Eski Doğu krallarının ölümlerinden
sonra eserlerini korumak için sığındıkları muayyen dua ve beddua formüllerini taşıyordu:
“UTU'nun yüksek emirlerine uygun olarak Sümer ve Akkad'ın gerçek adalete bağlı
kalmalarını sağladım. Gerçekten ben Lipit-İştar, Enlil'in oğlu, düşmanlığı ve
ayaklanmaları Enlil'in emriyle ortadan kaldırdım. Ağlamaları, sızlamaları ve yaşları
dindirdim. Hak ve adaletin yaşamasını sağladım. Sümerler'e ve Akkadlar'a mutluluk
Setirdim. Sümer'e ve Akkad'a mutluluğu yerleştirdikten sonra bu taşı diktim. Bu taşa
zarar vermeyenin, eserime hasar vermeyenin, yazılarını silmeyenin, üzerine kendi adını
yazmayanın ömrü uzun olsun, Ekur'da yükselsin, Enlil'in parlak alnı onu
küçümsemesin. Fakat, taşa zarar verene, eserimi bozana, kaidesine girene, üzerine
kendi adını yazana lanet olsun. Bu lanet, onun yerine de başkasını koyacaktır."
Lipit-iştar kanunlarının maddelerine baktığımızda ise, ilk üç maddesi, tabletin baş
tarafı kırık olduğu için eksiktir. Mevcut 37 madde konularına göre şöyle ayrılır:
4-5. maddeler : Gemi kiralama
7- 11. maddeler : Gayrimenkul (tarla) mülkiyeti ve kiralaması
12-14. maddeler : Köle mülkiyeti
15-17. maddeler : Amme hukuku
18-19. maddeler : Vergi ihmâli suçu
20-33. maddeler : Aile hukuku ve adoption (evlatlık alma)
34-37. maddeler: Hayvan kirası
Lipit-İştar kanunlarının Sümerce yazılmış olmasını dini sebeplere bağlayan bilginler
vardır. Ancak asıl nedeni, İsin-Larsa devrinde Sümerce'nin artık yazı dili olmaktan çıkması ve
sadece rahiplerin anladığı ve kullandığı bir din dili (liturjik dil) olmasıdır. Nitekim, aynı
dönemde Eşnunna (Tel Asmar) şehrinde çıkarılan kanunlar da Akkadça yazılmıştır.168
Fakat İsin Sülalesi’nin bu büyük şahsiyeti, idaresinin 11. senesinde rakibi Larsa kralı
Gungunum'un saldırısına uğramıştır. Bunun sonucunda sadece tahtını değil, belki de hayatını
da kaybetmişti.169
b) Larsa Krallığı
Bu döneme adını veren şehirlerden ikincisi Larsa'nın, Sen Kreh harabeleri olduğu
Loftus tarafından keşfedilmişti. Sonra Andre Parrot da Larsa'nın meşhur güneş mabedinin
(E.Babbar) yerini doğru olarak bulmuş ve Larsa'da ilk sistemli kazıları 1932/33 senelerinde
168 E. Memiş, a.g.e., s.150-151
169 F. Kınal, a.g.e., s.106.

Andre Parrot yapmıştır. Yeni Babil krallarından Nabonid'in tamir ettirdiği Larsa Zigguratı ve
Larsa kralı Nur-Adad’ın sarayının temelleri bu kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Bu arada 200
parça tablet de bulunmuştur.
Bir kral listesinde (WB 62) Tufandan önceki beş sülale arasında Larsa'nın adı
geçiyordu. Nitekim Larsa kazılarında Cemdet-Nasr devri tabakalarında bulunan piktografik
tabletlerde Larsa adı "doğan bir güneş" resmi ile gösteriliyordu. Daha sonra Er sülaleler III
devrinde Lagaş kralı Eannatum, Akbabalar stelinde güneş tanrısının mabedi E.Babbar'a bir
boğa kurban ettiğini bildirir (SAKI20). Lugalzagesi de kitabesinde "Babbar'ın sevgili
şehrini (Larsa)'yı su ile sevindirdiğini", yani Larsa'ya kanal açtırdığını söyler (SAKÎ 15).
Böylece Larsa'nın varlığı Sümer tarihinin başlarından itibaren biliniyor. Ancak, bu eski şehir
en parlak çağını III. Ur Sülalesi’nin yıkılmasından sonra yaşamıştır. Çünkü, Mezopotamya
tarihinde bir devre (M.Ö.1950-1750) onun ve rakibi İsin şehrinin adı verilmiştir.
III. Ur Sülalesi’nin son kralı İbi-Sin zamanında Larsa valisi olan Naplanum isyan eden
valilerin birincisi idi. Larsa kral listesinde onun halefleri olarak gösterilen Emisum, Samum
ve Zabaia haklarında ise hiçbir bilgiye sahip değiliz.
Fakat Larsa krallarından Zabaia'nın oğlu olan Gungunuma Larsa krallığının gerçek
kurucusu denilebilir. Çünkü, dört selefi hakkında hiç bir şey bilinmediği halde, onun idare
yıllarına ait sene isimleri vardır. Hatta Larsa’nın dışında Sus, Ur ve Eşnunna’da da vesikalar
onun adıyla tarihlenmiştir. Fakat, bu vesikalardaki olayları tarih sırasına göre düzenlemek
gerekir. Bu sene isimleriyle Gungunum’un idaresinin ilk yıllarında Anşan’a sefer ettiğini
biliyoruz. Öte taraftan Ur kazılarında bulunan bir kitabede: “Sümer ve Akkad’ın kralı İşme-
Dagan'ın kızı, baş rahibe Enannatum'un Ur kralı Gungunum’un canı için bu adağın yapıldığı”
bildirilmektedir. İsin kralının kızı, Larsa kralının hayatı için acaba niye kurban sunar? Öyle
anlaşılıyor ki, Lipit-İştar, babası İşme-Dagan’ın Baş rahibe yaptığı kız kardeşini görevinden
affederek kendi kızını baş rahibe tayin etmişti. Bunun üzerine eski baş rahibe düşman şehrin
kralı Gungunum'un yardımını istemekten çekinmemişti. Ur şehrini ele geçirmek için fırsat
bekleyen Gungunum Ur üzerine yürümüş, buna engel olmak isteyen Lipit-İştar’ı da mağlup
ederek İsin'i ele geçirmişti. Lipit-İştar’ın akıbeti hakkında bilgimiz yoktur. Fakat, İsin
Krallığı’na Ur-Ninurta isminde birisini tayin etmesi sonunda İşbierra sülalesi sona ermiş
oluyordu.170
170 F. Kınal, a.g.e., s.106,107.

c) İsin’de Ur Ninurta Sülalesi
Lipit-İştar’a kral listesinde 11 sene verildiğine göre, Gungunum İsin’i MÖ. ca. 1879
senesinde ele geçirmiş olmalıdır. Sus’ta bulunan bir tablet Gungunum’un 16. yılı tarihini
taşıdığına göre, Larsa kralının Elam seferi dört sene sonra (MÖ. 1875) yapılmıştır. Olayların
bu sırası dahi Gungunum'un ileri görüşlü bir komutan olduğunu gösterir. Doğrudan doğruya
İsin’e hücum etmemiş, İsin’in bütün manevi kuvvetini ve şerefini temsil eden Ur şehrini ilk
hedef olarak almıştır. Ur’u ele geçirmekle de III. Ur Sülalesi’nin meşru varisinin Larsa
sülalesi olduğunu ispat ettikten ve ordusunu yeteri kadar takviye ettikten sonra uzak ve zor
olan Elam seferine çıkmıştı.
Diğer taraftan Eşnunna (Tel Asmar) arşivi vesikaları arasında Eşnunna kralı Azuzu’ya,
bir vesikada "Kunkunum’un adamı" denilmektedir. Bu da Gungunum’un Diyala
bölgesinden geçerek Elama gittiğine bir delil olabilir.
Böylece Gungunum’un 27 senelik idaresi döneminde (MÖ. 1902-1875) Larsa Devleti,
kuzeyde Babil’in kapısı sayılan Malgum’dan Basra Körfezi’ne ve doğuda Sus’a kadar
sınırlarını genişletmişti.
Onun İsin tahtına oturttuğu Ur-Ninurta (MÖ. 1879-1851) ile yeni bir sülale iş başına
gelmişti. Ur-Ninurta Larsa kralının adamı olduğunu hafızalardan unutturmak için, baştan başa
şahsına ait övgülerle dolu üç kaside yazdırmıştı. Bunlarda kendisine "Ur, Uruk ve
Eridu'nun hakimi" ünvanını vermektedir. Ur ve hatta özellikle İsin üzerinde fiilen
Gungunum’un hâkim olduğunu bildiğimiz için, bu sıfatların boş bir övünmeden başka bir
değeri yoktur. Bununla birlikte Ur-Ninurta'ya çivi yazısı hukuku tarihinde seçkin bir mevki
verilmiştir. Çünkü, onun döneminden kalan birçok kopyaları bulunan bir tablette "Susan
kadın" davasından dolayı Nippur halk meclisinin aldığı bir "Yasa Kararı"’ndan
bahsedilmektedir. Yine Ur-Ninurta’ya ait bir sene isminden de onun Nippurlu vatandaşlara,
vergiden muaf olduklarına dair bir ayrıcalık gösterdiğini öğreniyoruz. Her iki vesikanın da
Nippurla ilgili olan bu kayıtlardan Ur-Ninurtan’ın Nippur’a hâkim olmasıyla yorumlanamaz
düşüncesindeyiz. Çünkü Gungunum hayatta olduğu sürece, sadece onun izni ile Nippur’la
ilgili bir karar alınabilirdi. Herhalde Gungunum Nippurlular’a eski İsin krallarından İşme-
Dagan’ın verdiği ayrıcalıkların kendisi tarafından da esirgenmediğini göstermek için, Ur-
Ninurta’ya böyle bir karar aldırmış olmalıdır. Burada Ur-Ninurta'nın Gungunum'un
ölümünden sonra Nippur’a hâkim olması da düşünülemez. Çünkü Ur-Ninurta, Nippur’u geri
almak için, Gungunum’un ölümünden sonra, yerine geçen oğlu Abisare'ye harp ilân etmiştir.
Fakat, bu savaşta mağlup olmuş, bir sene sonrada, belki de yenilgisi nedeniyle öldürülmüştür.

Ancak Ur-Ninurta'nın oğlu Bur-Sin (MÖ. ca. 1851-1830) Larsa kralı Abisare’den hem
babasının intikamını, hem de Nippur’u almayı başarmıştı. Ancak, Abisare'nin oğlu Sumu-El,
idaresinin 4. yılında İsin'e ait bazı toprakları aldıktan sonra, kuzeye doğru yürüyerek Kiş’i de
ele geçirmiş, Larsa'nın surlarını yeniden yaptırmıştı. Fakat Kiş'te bulunan bir tablette
"Kazallu’nun tahrip edildiği ve Larsa ordusunun vurulduğu sene" tarihinden Sumu-El'in
başarısının geçici olduğu anlaşılmıştır.
Eski büyük KİŞ şehrinde bu dönemde güçlü bir krallık bulunmadığı ve Babil'den
sadece 25 km. uzakta olduğu için, Larsa kralına karşı savaşan ve onu yenilgiye uğratan bu
kuvvetli kralın I. Babil Sülalesi’nin kurucusu Sumu-Abum olduğu zannedilmektedir.171
Sumu-la El'in İsinli çağdaşını kesin olarak bilmiyoruz. Ancak, bu şahıs Bur-Sin
olabilir. Onun oğlu Lipit-Enlil’in (MÖ. 1830-1825) beş senelik idaresinden hiç birşey
bilmiyoruz. Fakat İsin kralı Lipit-Enlil’in oğlu İrra-İmitti zamanında Nippur’un tekrar İsin
hâkimiyetine geçtiğini bir sene isminden anlıyoruz. Ancak, bu kralın 7. senesinde meydana
gelen garip bir olayla İsin’de sülale yine değişmişti. Akitu denilen Yılbaşı bayramlarında idari
makam sahipleri, yerlerini geçici olarak başkasına bırakırlardı. İrra-imitti de kendi yerine
bahçıvan Enlil-Bani'yi tahta oturtmuştu. İrra-imitti’nin şölende çok sıcak bir yemeği yerken
ölmesi üzerine, Enlil-Bani tahtın meşru varisi sayılmış ve kral olmuştu. Fakat İsin Kral
Listesi’nde İrra-imitti ile Enlil-Bani ( MÖ. ca l818–1794) arasında 6 ay idare süresi verilen
Tappia isimli bir şahıs adı geçtiğinden, İrra-imitti’nin ölümünün bir takım karışıklıklara yol
açtığı, fakat Enlil-Bani’nin iktidarda kalmayı başardığı anlaşılmaktadır. Enlil-Bani tanrıların
bu lütfuna teşekkür olarak İsin vatandaşlarına vergiden muafiyet ayrıcalığı vermişti.
Enlil-Bani dönemine ait vesikalar, bu kralın bir takım sosyal reformlar yaptığını
gösterir. Bunlardan birisinde "Enlil-Bani’nin İsin’de ve Nippur’da adaleti yeniden
sağladığı" bir diğerinde "Arpa mahsulünden sarayın almakta olduğu 1/5 hissesinin
1/10’a indirdiği ve Muşkenular’ın (Sosyal bir sınıf) ayda 4 gün angaryada
çalıştırılacağı" bildirilmektedir. Alınan bu tedbirler bize İsin’de halkın huzursuz olduğunu
gösterir. Hemen hemen bütün krallar kendi adaletinden söz etmek lüzumunu duymaktadır. Bu
yeni reformların ne derece uygulandığını, ne netice verdiğini kontrol edebilecek vesikalar
yoktur. Sadece Sümer Kral Listesi Enlil-Bani'den sonraki İsin kralları için üçer dörder senelik
idare süresi gösteriyor. Bu, memlekette siyasi istikrarın olmadığını gösteriyor. Fakat bütün bu
elverişsiz duruma rağmen, İsin-Larsa şehirleri arasındaki rekabet ve mücadele devam etmekte
171 F. Kınal, a.g.e., s.109.

idi. Bu sürekli seferberlik hali devletin mali gücünü tüketiyor, her hangi bir gelir kaynağı
sağlamak yoluna gidilemiyordu.
Bu sırada Larsa'nın durumu da İsin’inkinden farklı değildi, hatta daha da kötüydü.
Larsa'da kral Nur-Adad'ın idaresinden itibaren felâketlerin başladığı görülür. Utu’ya yönelen
feryatları şehirden uzaklaştıran, Larsa tahtının temelini sağlamlaştıran ve Larsa'nın dağılmış
halkını yeniden iskân eden gibi ünvanlardan Nur-Adad zamanında Larsa'nın bir felakete
uğradığı anlaşılıyorsa da, felaketin mahiyeti bilinemiyor. Yalnız bu kral zamanında Fırat ve
Dicle nehirlerinin yataklarının değiştirilmesi, halkın yeniden iskân edilmesinden bahsedilmesi,
bu kral zamanında Larsa'nın büyük oranda bir su baskınına uğradığı ve bu taşma
neticesinde halkın büyük zararlara uğradığı tahmin edilmektedir.
Larsa kralı Nur-Adad'ın oğlu Sin-İddinam'a vesikalarda "Adaletin çobanı" denilir.
Gerçekten bu kral, sülalesinin en kuvvetli şahsiyeti gibi görünür. Bir defa 7 sene gibi çok kısa
bir zaman idarede kaldığı halde, onun dönemine ait pek çok vesika vardır. Bunlar sayesinde
onun idaresinde Larsa Krallığı’nın bir kalkınma hamlesi yaptığını anlıyoruz. Bu hamle devlet
hudutlarını yeniden genişletmede kendini gösterir.172 Sin-iddinam, 4. senesinde I. Babil
Sülalesi’nden Sumu-la El'in tarafsızlığını sağlayarak Diyala bölgesine ve Elam’a yaptığı
seferde, sadece Nippur’u İsinliler’den almakla kalmamış, Eşnunna kralı Waraşşa’ya da
hâkimiyetini tanıtmış ve onu vergiye bağlamıştır.
Larsa kralı Sin-iddinam dönemine ait Larsa’lı memurlara arpa dağıtılmasını gösteren
listeler vardır. Bu listelerdeki bütün şehirler Larsa'ya bağlıysalar, o zaman Larsa Krallığı
Diyala bölgesinden İsin’in topraklarına kadar uzandığını kabul etmek gerekecektir. Siniddinam
da, selefleri gibi, imar ve inşaat işleri ile uğraşmıştır. Larsa'daki meşhur Ebabbar
mabedini yaptırmıştır. Babası Nur-Adad zamanında değiştirilen nehir yatakları yine eski
haline getirilmiştir. Bu suretle Larsa şehrinin nehir nakliyatından tekrar faydalanması
sağlanmıştı. Sin-iddinam, ölüm şeklini bildiğimiz nadir krallardan biridir. Şamaş mabedinin
onarımı sırasında üzerine düşen bir taşın altında kalarak ezilmiştir.
Sin-iddinam'ın halefleri olan Sin-eribam (5 sene) ile Siniqişam’ın (5 sene) kısa süren
idareleri zamanında İsin’de de Zambia hüküm sürüyordu. Her iki şehir devletinin de artık
sonu gelmişti. Buna rağmen idareciler bu durumu görmekten uzaktılar ve hâlâ neticesiz
savaşlarla birbirlerini yıpratmakta direniyorlardı. Larsa Sülalesi’nin sondan bir evvelki kralı
Siniqişam, İsin kralı Zambia ile uğraştığı sırada, kuzeydeki komşu Kazallu ile Elam kralı
Kudur Mabuk Larsa'daki olayları dikkatle izliyorlardı. Son Larsa krallarına beşer senelik idare
172 F. Kınal, a.g.e., s.109.

süresi gösterilmesi, devlette istikrar olmadığını göstermektedir. Nihayet son Larsa kralı Silli-
Adad da tahta çıkar çıkmaz İsin savaşlarına devam etmişti. Fakat bu sırada Kazallu şehri,
Larsa ordularının İsin savaşlarında meşgul bulunmasından yararlanarak Larsa üzerine
yürümüş ve şehri zorlanmadan işgal etmişti. Fakat daha Gungunum'un Elam'ı istilasından beri
Larsa'dan alınacak intikamı olan Elam kralı Kudur-Mabuk, senelerden beri beklediği fırsatı
Kazallu şehrine kaptırmazdı. Bunun için Kudur-Mabuk ordularını süratle Larsa üzerine sevk
etmiş ve Larsalılar’ı sözde düşmanlarından kurtarmıştı. Fakat Kudur-Mabuk Larsa'yı zapt
ettikten sonra kendisi memleketine dönmüş, Larsa Krallığı’na da oğlu Warad-Sin'i tayin
etmişti. Böylece Larsa'da Elamlı yeni bir sülale iş başına gelmiş oluyordu.173
d) Kudur – Mabuk Sülalesi
Güney Mezopotamya'da İsin-Larsa krallıklarının hâkim olduğu yıllarda doğu komşu
memleket İran’daki durum hakkında Sus’ta bulunan Akkadça yazılmış idari ve hukuki
vesikalar bilgi vermektedir. Bu vesikalara göre, MÖ. 19. Yüzyıl’da burada da bir takım küçük
şehir krallıkları vardı. Bu şehirlerin başında Fratriarkal (Biraderşahi) aileye dayanan sülaleler
bulunuyordu. Bunların en önemlileri Elam ve Sus ile kuzey İran'daki Ansan ve Simaş
krallıkları idi. Kendisine Ansan ve Sus kralı diyen Eparti, Simaş sülalesine de son vererek,
memlekette siyasi birliği kurmaya gayret etmişti.
Larsa'daki Gungunum sülalesine son veren Kudur-Mabuk’un bu Elam sülaleleri ile
akrabalığı yoktur. Gerçi gerek kendisi, gerekse babası Şimtişilhak Elamca isimler taşıyorlardı.
Ancak, Kudur-mabuk iki oğluna da Warad-Sin, Rim-Sin gibi tipik Akkadça isimler
koymuştu. Kendisi de "Lamutbal attası ve KUR Martu attası" ünvanlarını taşıyordu. Bu
ünvanlar nedeniyle Kudur-Mabuk sülalesinin de Amurit kökenli olduğu kabul edilmiştir.
Buna göre Larsa'daki yeni Elam hâkimiyeti ile yeni bir kavmin istilası söz konusu
değildi, sadece sülale değişmişti. Kudur-Mabuk’un Larsa Krallığı’na oturttuğu büyük oğlu
Warad-Sin'den kalan bir çok inşaat kitabesi vardır. Bunlar Elam hâkimiyetinin Ur'a ve İsin’e
de şamil olduğunu göstermektedir. İsin Kral listesi’nde Zambia'dan sonraki 13-15. kralların
Kudur-Mabuk tarafından İsin tahtına oturtulan gölge krallar oldukları kabul edilmektedir.
Çünkü Kudur-Mabuk, İsin’in kuzey doğusunda bulunan Nippur’a da hâkim görünmektedir.
Bununla birlikte bu gölge krallarından Sin-Magir, özellikle dış politikada son bir gayret
gösterir. Onun Fırat'ın batısındaki Aktab'ta bir anbar yaptırması ve "Babil şehrinin rehberi"
denilen metinde Sin-Magir isimli bir yerden bahsedilmesi birleştirilerek, bu İsin kralının
173F. Kınal, a.g.e., s.110,111.

Babil'i zapt ettiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş bilim adamları tarafından pek
benimsenmemiştir.
Warad-Sin 12. idare yılında, daha babası yaşarken ölmüş ve Larsa Krallığı’na Kudur-
Mabuk’un küçük oğlu Rim-sin geçmişti. (MÖ. 1779)174 Onun tahta çıkmasından 7 sene sonra
da son İsin kralı Damiq-iluşu İsin tahtına oturmuştu. Bu İsin kralından kalan vesikalarda
Damiq-iluşu da Babil'e hâkim gibi görünmektedir. Bundan başka Babil rehberindeki Şamaş
mabedinin Damiq-ilişu tarafından yaptırıldığı bildirilir. Ne var ki, onun Babil’e hâkim olması
bile İsin'in kaderini değiştirememiştir. MÖ. 19. yüzyıl’da Mezopotamya'da yaşayan büyük
devlet adamlarından olduğunu faaliyetleriyle kanıtlayan Larsa kralı Rim-Sin, önce Uruk
şehrini zapt etmiş, sonra da zor anlar yaşayan İsin sülalesine son darbeyi vurarak İsin'i Larsa
krallığına ilhak etmişti. Rim-Sin'e ait tarih listelerine göre, Larsa kralı 20. senesinde Der
şehrini, 21. yılında da aralarında Babipin’in de bulunduğu Uruk ve müttefiklerini yenmiş,
30.senesinde ise İsin'i zapt ve ilhak etmiştir. Rim-Sin bu son zaferi ile öylesine mutlu olmuştu
ki, İsin zaferinden sonra bütün vesikalara "Mussa formülü" ile İsin'in zaptından şu kadar
sene sonra diye tarih atılmıştır. Bu suretle Rim-Sin'in 30. senesinden sonra Güney Mezopotamya,
tek bir krallığın, Larsa şehrinin eline geçmiş oluyordu. Bu, Fırat kervan yoluna ve
Basra Körfezi ticaretine, artık Larsa'nın hâkim olması demekti. Fakat garip bir tesadüfle Rim-
Sin daha İsin zaferinin sarhoşluğundan kurtulamadığı sırada, Eşnunna kralı Naram-Sin Yukarı
Dicle bölgesini zapt etmiş, Babil şehrinin başına da Büyük Hammurabi geçmişti. Orta
Fırat'taki Mari ve Terqa şehirleri de birbirleri ile çekişiyorlardı. Böylece İsin-Larsa devri
sonunda şehir devletleri arasındaki mücadele, yerini bölgesel savaşlara bırakacaktı.
Kudur-Mabuk sülalesinin asıl faaliyeti kültür alanında olmuştur. Mesela III. Ur
sülalesi krallarının bile yapamadığı Sümer resmi panteonunun listesi bu devirde düzenlenmiş,
Larsa kral listesi, Tufan efsanesi, Yaradılış destanı gibi klasik Sümer eserleri bu devirde
kopya edilmiş olduğu gibi, yeni ve orijinal kompozisyonlar da yazılmıştır. Fal kitapları,
kurban ciğerleri üzerindeki işaretlerin tefsirlerini ihtiva eden "Omina metinleri" Larsalı
kâtiplerin nasıl sürekli çalıştıklarını gösterir. Fakat Larsa arşivinin önemi, Larsa'da bulunan
binlerce senet, kontrat, makbuz vs. gibi ekonomik vesikaları kapsamasından ileri gelir. Bütün
bu faaliyetler (Lipit-İştar kanunu hariç) Akkad dili ile yapılmıştır.
Bütün bu vesikalardaki şahıs isimleri Batı Samî dilini gösterir. Bu durum bize bugün
halen Irak'ta torunları yaşamakta olan Batı Sami kavimlerinin Mezopotamya'da artık tamamen
yerleştiklerini gösterir. Tek kelime ile, çöl bedevileri kültürlü Sümerleri siyasi hayattan
174 F. Kınal, a.g.e., s.111.

silmişlerdi. Fakat nasıl galip Romalılar, mağlup Hellas’ın medeniyetini kabul etmişlerse,
Mezopotamya'da galip Samîler de yenik Sümerler’in medeniyetini tamamen benimsemişlerdi.
Hatta Martu bedevilerinden bin yıl sonra yaşayan Asurlular bile, unutulmuş, köle durumuna
düşmüş Sümerlerin kültür mirasına bağlı kalacaklardı.
İsin-Larsa devrinde Sümer dini öylesine benimsenmişti ki, Amurru'lar kendi çöl
tanrılarını terk etmiş ve unutmuşlardı. Bu devirde düzenlenen tanrılar listesinde tek bir
Amurru tanrısı yoktur. O dönemlerde her şey din için olduğundan, Amurrular Sümerler’in
dini ile birlikte kültürünü de aynen kabul etmişlerdi. Fakat Kudur-Mabuk sülalesi zamanında
maddi ve manevi kültür alanlarında görülen bu yükselişe rağmen, Larsa Devleti neden çökmüştü?
Çünkü Rim-Sin zamanında I. Babil Sülalesi’nin başına Hammurabi gelmişti.
Hammurabi, memleketinin kalkınmasının, Mezopotamya'nın kan damarı Fırat kervan yoluna
bağlı olduğunu görmüş ve ihtiyar Rim-Sin'in elinden bu yolu almıştı.175
e) Eşnunna Krallığı
İsin-Larsa Devri’nde önemli şehir krallıklarından bir diğeri de Eşnunna krallığı idi. Bu
şehir Dicle'ye katılan Diyala nehri kenarındaki Tel Asmar’ın yerinde kurulmuştu. Çivi yazılı
vesikalarda "Warum memleketi" denilen Diyala bölgesinde Eşnunna (Tel Asmar) dan başka
Hafaca (Tutub), İşçalı (Nerib-tum) ve Şadupum (Tel Harmel) şehirleri de vardı. Bu bölge
harabeleri bir Amerikan ekibi tarafından araştırılmış ve kazılar yapılmıştır. Bu şehirlerden
Eşnunna ile İşçalı’da arşiv bulunmuş ve bu bölgenin de Er Sülaleler Devri’nden (MÖ.2850-
2350) beri Sümerler ve Samîler tarafından iskân edildiği anlaşılmıştır. Fakat bu vesikalar
arasında Eşnunna kral soyunun taht sırasını gösteren bir kral listesi bulunmadığı ve Sümer
kral listeleri de bu bölgeyi içine almadığı için, Eşnunna sülalesi krallarının sırası modern
araştırıcılarca düzenlenmiştir.
Oysa, gerek daha eski vesikalarda gerekse İsin-Larsa krallarının kitabelerinde Eşnunna
Krallığı’ndan sürekli bahsedilmiştir. Meselâ Akkad kralları Elam'ı ve Asur bölgesini içine
alan imparatorluklarını kurdukları zaman, elbette Diyala bölgesini de ilhak etmişlerdi.
Nitekim Akkad kralı Sargon'un oğullarından Rimuş burada kendi adını verdiği bir şehir
kurmuştu. Aynı suretle III. Ur Sülalesi kralları da Mezopotamya'nın siyasi birliğini yeniden
sağladıkları zaman, Şulgi 30. senesinde Eşnunna’yı ele geçirip, buraya bir vali tayin etmişti.
Ur krallarından Gimil-Sin (Suen) ve İbi-Sin zamanlarında Eşnunna İsakkusu İturia, yaptırdığı
mabede kralının adını vermişti. Ancak onun oğlu İlşu-ilu, babasının yerine geçtikten sonra,
175 F. Kınal, a.g.e., s.112,113.

uzun seneler kâtipliğini yaptığı İbi-Sin'in 3. senesinde isyan edip, bağımsızlığını ilân
etmiş,"Kudretli kral, dört iklim kralı" ünvanını almıştı. Eşnunna vesikaları üzerindeki bir
tarih formülünde adı geçen Nurahum'un İlşu-iluya halef olduğu zannediliyor. Bir sene
isminde "Kral Tişpak'ın Subartu'nun başını yardığı sene" denilerek Eşnunna-Asur
mücadelesinin başladığına işaret edilmektedir.
Gerçekten Eşnunna tarihinde bu iki şehir arasında sürekli savaşlar olmuştur. Eşnunna
kralları arasında ilk yazılı vesika bırakan Bilalama’dır. Onun babası Kiri-kiri’yi, oğluna
hediye ettiği Lapislazuli mühürle tanıyoruz. Bilalama’ya ait vesikalardaki "Martunun İşuru
(Asuru) istila ettiği sene" ve "Martunun İşur kralı ile beraber Bilalama’ya taarruz ettiği
sene" gibi sene isimleri, Martu bedevilerinin Diyala bölgesine bu kral zamanında sızmaya
başladıklarını anlatmaktadır. Bu sene isimlerinden bir başkasında da "Martunun
Bilalama'ya İşur üzerindeki hakimiyeti verdiği sene" denilmektedir. Bu devirde Asur'da
hâkim Asur kralının veya şeyhinin adı hiç açıklanmıyor. Fakat Bilalama’nın Martular’la dost
geçindiği anlaşılıyor. Bunun sebebi, gittikçe kuvvetlenmeye başlayan Asur'a karşı
Bilalama’nın Martu bedevilerinin kuvvetinden faydalanmak olsa gerektir.
Başka bir tarih formülünde (sene adında) de: "Eşnunna İsakkusu Bilalama,
Martu’nun başına vurdu" deniliyor. Eşnunna vesikalarında kısaca Martu denilen bu
düşmanı tanıyamıyoruz, çünkü bu devirde birçok şehir Martular tarafından istila edilmişti.176
Fakat bu son tarih formülü bize Martular’ın henüz Warum bölgesine yerleşemediklerini
gösterir.
Bilalama’nın yönetimi hakkında da bu tarih formüllerinden bilgi edinilmektedir.
Eşnunna şehrinin baş tanrısı Tişpaka bir mabed ile kendisine de bir saray yaptırmıştır.
Eşnunna kazıları bu sarayın yakıldığını göstermiştir. Şehrin onun ölümünden sonra yakıldığı
tahmin edilmiştir. Çünkü, kül tabakaları arasında oğlu İşarramaşu'ya ait vesikalar bulunduğu
gibi, torunu Usurawasu'ya da "Anu-Muttabilin temsilcisi" denilmektedir. Bilalama’nın İsin
krallarından Şu-İluşu ve İddin-Dagan zamanlarında yaşadığı tahmin edilmektedir.
Bilalama’nın dış politikası şöyle özetlenebilir: Batıdan gelebilecek saldırılara karşı
Martuları öne sürmek, doğudaki Elam prensleri ile dost geçinmek. Nitekim Sus'ta
bulunan bir vesika ile onun, kızı Mekube’yi Sus kralı Dan-Yuk-Hurati’ye verdiği
anlaşılmıştır. Eşnunna ile Sus arasında Puşikuh dağları olduğu için, İran’dan gelen veya oraya
giden ticaret kervanları Diyala Nehri yolunu takibe mecburdular. 3. Binyıl’dan beri güney
Mezopotamya ile İran ve Afganistan arasındaki ticari münasebetlerde bu kara yolunun kul-
176 F. Kınal, a.g.e., s.114.

lanıldığı Ur kral mezarlarında bulunan eserlerden anlaşılmıştır. Böylece Bilalama bu ticaret
yolunu elinde tutan Sus kralı ile akrabalık kurmak suretiyle memleketinin ekonomik
gelişmesini sağlamış oluyordu. Daha sonraki Eşnunna krallarının Naram-Sin hariç bu
politikaya daima sadık kalacaklar ve arkalarını her zaman Elam kralına dayayacaklardı.
Bilalama’nın oğlu İşarramaşu zamanında Eşnunna’yı yakan düşman, İsin ve Larsa
kralları olamazdı. Çünkü Larsa sülalesi Gungunuma kadar hareketli bir politika gütmemiştir.
Gerçi, İsin kralı İddin-Dagan’ın Der şehrini zapt ettiğini biliyoruz. Halbuki Bilalama’nın
torununa "Der İsakkusu Amutbalin temsilcisi" denilmektedir. Bu yüzden Eşnunna’yı yakan
düşmanın Eski Asur kralı İluşuma olduğu tahmin edilmektedir.
Fakat ileride göreceğimiz üzere, Larsa tahtına Gungunum’un geçmesiyle
Mezopotamya şehir devletleri arasındaki durum yine değişmişti. Gungunum’un Ur'u, İsin'i ve
Nippur'u ilhak ettiğini görmüştük. Nitekim Usuravasu'nun oğlu Azuzuya "Kunkunum'un
adamı" deniliyordu.
Eşnunna kazıları Bilalaman'ın yakılmış sarayının yeniden yapıldığını göstermiştir. Bu
yeni sarayın harabeleri içinde Urninmar, Urningişzida gibi Sümerce isimler yazılı tuğlalar
bulunmuştur. Bu kralların kendi adlarına inşaat kitabeleri yazdırmaları, Eşnunna’nın yeniden
bağımsızlığına kavuştuğunu gösterir. Daha sonra I. İbiq-Adad ve oğulları Şariya ve Belakum
hakkında KİŞ vesikalarından bilgi ediniyoruz. Eşnunna bu krallar zamanında KİŞ'e kadar
hâkim gibi görünüyor.177 Fakat, Belakum'un halefi Waraddu zamanında Eşnunna krallığı bu
defa da İsin kiralı Sin-İddina’mın taarruzuna uğramış ve böylece küçük bir krallık olmaktan
kurtulamamıştı.
Ancak I.İbalpiel'den itibarendir ki, Eşnunna şehri gelişmeye başlamıştır. İbalpiel ilk
defa olarak kendisine "Lugal" (kral) diyordu. Onun oğlu II. İbiq-Adad ise, Larsa
Krallığı’ndan Rapikum (Ramadiyah) şehrini almış görünmektedir.
Fakat Eşnunna şehri en parlak çağını onun oğlu Naram-Sin zamanında yaşamıştır. Bu
krala ait sene isimlerinden birinde "Kralın yemin tabletini kırdığı sene" adı verilmesinden,
onun Larsa'ya verilen vergi yemini bozduğunu anlamaktayız. Çünkü Khorsabad kral
listesinde de Eşnunnah Naram-Sin'in Asur şehrini zapt ettiği, burada 4 sene oturduğu, sonra
yerine oğlu II. Erişumu bırakarak memleketine döndüğü bildirilmektedir. Bu suretle Naram-
Sin'in ilk defa atalarının politikasını terk ettiğini ve batıya dönük bir dış politika izlediğini
anlıyoruz. Demek ki, bu kral zamanında ekonomik şartlar yön değiştirmişti. Gerçekten 2.
Binyıl başlarında (19. yüzyılda) Mezopotamya şehir devletleri Akdeniz memleketleri ile daha
177 F. Kınal, a.g.e., s.114,115.

sıkı ticari münasebetlere girmişti. Bunun sonucu olarak Fırat kervan yolunun yanında Asurlu
tüccarların takip ettikleri Dicle-Habur-Kargamış-Malatya-Darende ve Kaniş kervan yolu da
işlemeye başlamıştı. Bu yol üzerinde bulunan Ninive, Çagarbazar gibi yeni şehirler bu devirde
inkişaf edecekti.
Naram-Sin Asurlu tüccarların zenginleştirdiği Asur şehrini zapt etmekle kalmamıştır.
Onun Fırat'ın batısındaki DUR. Balatu ve Aşnakkum kalelerini de aldığını sene isimlerinden
öğreniyoruz.
Fakat Naram-Sin'in son zamanlarında orta Fırat üzerindeki Mari ve Terqa şehirleri bir
ölüm kalım mücadelesi yapmakta idiler. Terqa’nın zaferiyle sonuçlanan savaşlardan sonra,
Mezopotamya tarihine yön veren şahıslardan biri, I. Şamşi-Adad, Babil'e gelmiştir. Önce,
Ekallatum’u, üç sene sonra da Asur'u istila ederek, buradan Naram-Sin'in oğlu Erişimu
çıkarmıştı. Eşnunna prensi bu savaşlar sırasında ölmüş olmalı ki, Eşnunna tahtına Naram-
Sin'in biraderi Daduşa geçmişti. Bu Eşnunna kralı Şamşi-Adad'a ve oğullarına karşı
kahramanca savaşmıştır. Fakat onun bütün gayretleri Eşnunna’nın Şamşi-Adad tarafından
ilhakına mani olamamıştı.
Şamşi-Adad'ın Eşnunna'yı kaçıncı idare yılında aldığını bilmiyoruz. Ancak,
Daduşa'nın oğlu II. İbalpiel 5.senesine "Şamşi-Adad'ın öldüğü sene" adını vererek, Eşnunna
için mutlu olayı bir tarih olarak kullanmıştı. Şamşi-Adad'ın ölümünden sonra gerçekten
Eşnunna kurtulmuş, II. İbalpiel 9. idare yılında Şamşi-Adad'ın oğullarını yenmişti. Zira bu
zaferini de "Subartu ve Hana kırallarının yenildiği sene" olarak tarihlemişti.
II. İbalpiel’den sonra yaşadıkları tahmin edilen Danum-Tahazi’yi Mari mektupları ile
tanıyoruz. Kargameş kralı Aplahanda efendisi Mari kralına Eşnunnalı adamın Qatnaya kadar
ilerlediğini yazıyordu. Bu Eşnunna kralı kim olursa olsun, Eşnunna'nın kaderi artık sona
ermişti. Çünkü, bütün Mezopotamya’ya önce Asur Kralı I. Samşi-Adad sonra da I. Babil
Sülalesi’nin meşhur kralı Hammurabi hakim olacaktı.178
178F. Kınal, a.g.e., s.116.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder